27 Ekim 2013 Pazar

Leyleğin Ömrü- 8

  • Başarısızlık korkusu var bir de insanı kıpırdayamaz hale getiren. Özellikle son adımı atmak kabus olur. İnsan işe kalkışmaya korkar. Bu biraz mükemmeliyetçilik ve yüksek ego sorunu gibi görünüyor.

  • Yaşam tarzı takıntımız var. Bu takıntımız belli bir yaşam tarzına yaklaşma veya orada kalmaya odaklanmış. Çocukluktan itibaren hedeflediğimiz bir yaşam tarzı var. Yaşamımızda gerçekleşen veya gerçekleşme olasılığı beliren bütün değişimleri biz bu yaşam tarzına uygun olup olmadığı kriterine göre değerlendiririz. Eğer bizi hedeflediğimiz yaşam tarzımızdan uzaklaştırıyorsa aksilikten felakete kadar bir skalada kötü değerlendiririz. Eğer bu yaşam tarzına daha fazla uyum sağlamamızı sağlayacaksa fırsat olarak değerlendiririz.Ayrıca bu yaşam tarzınının sembolleri de vardır. Bunları elde etmek için çabalarız. Yaşam  tarzına tam uymasak bile ona uyduğumuzu göstermeye çalışır bu sembolleri gösterme gayretine gireriz. Bizi yargılayanlar ancak bizim yaşam tarzımıza ait olduğunu düşündüğümüz insanlardır. Diğerlerinin değerlendirmeleri bizi pek ilgilendirmez.


  • Statü endişesi sadece kendi yaşam tarzımız içerisinde geçerlidir.

  • Bir yaşam tarzının mutluluk getireceğini düşünerek, onu takıntı haline getiriyoruz. Hiç bilmiyoruz acaba mutluluk gerçekten de o hedeflenen yaşam tarzında mı?

  • Bir çoğumuz çocukluktan kalma bir his ile yaşıyoruz. Kendimi özel, biricik, sempatik, el üstünde tutulması gereken, sevimli bir şey zannediyoruz. İnsanların bize kıyamayacağına, bizi mutsuz görmek istemeyeceğine inanıyoruz içten içe. Ama maalesef bizler sıradan insanlarız. Bizi diğerlerinden farklı kılan bir şey yok. Hiç birimiz bir prens veya prenses değiliz. Sempatik olmaya çalışmamız da bizi diğer insanların gözünde korunup sakınılması gereken biri haline getirmez.

  • Tatminsizlik bizi çıldırmış gibi ordan oraya koşturan.

  • Yıllardır aradığım cevap: Tembellik. Mutlak tembellik, ruhun temizlenmesidir.

  • Çok fazla şey olmak istiyoruz. Çok fazla şey olmamak istiyoruz. Çok fazla şeye sahip olmak istiyoruz. Çok fazla şeye sahip olmamak istiyoruz. Çok fazla şey yaşamak istiyoruz. Çok fazla şey yaşamamak istiyoruz. Çevremizden çok fazla şey olmasını istiyoruz. Çevremizden çok fazla şey olmamasını istiyoruz. Çevremizin çok fazla şeye sahip olmasını istiyoruz. Çevremizin çok fazla şeye sahip olmamasını istiyoruz. Çevremizin çok fazla şey yaşamasını istiyoruz. Çevremizin çok fazla şey yaşamamasını istiyoruz. Bunların hepsini yapmak için her türlü olasılığı hesap edip ona göre hareket etmeye çalışıyoruz. Hiç bir fırsatı kaçırmayıp, her tedbiri almaya çalışıyoruz. Çok fazla şeye yetişmeye çalışıyoruz. Çok yoruluyoruz.

  • Bir alıntı Otoyol 60 (Interstate 60 ) filminden "Biz görmeyi beklediğimiz şeyleri görürüz ve gerçekte ne olduklarının bir önemi yoktur"

  • Kafanın içinde dönüp duran insanların sesleri Totalitarizmin sesleridir.






  • Toplum sürekli daha enerjik, daha hızlı olman yönünde sana baskı uygular. Bir kaç işi bir arada yürütmeni bekler. 

  • Müzik dinlemek artık gerçek anlamda müzik dinlemek değil. Müzik bir şeyler yaparken arka fonda çalan şarkı oluyor. Dinlemiyoruz ne çaldığına da bakmıyoruz. Sanki o an bir klipdeyiz de müzik bizim senaryomuza eşlik ediyor. Yada sadece ses olsun yalnız hissetmeyeyim diye müzik açıyoruz. Ama kesin olan bir şey var dinlemiyoruz. Yaptığımız işe eşlik ettiriyoruz sadece. Gerçekten dinlemek güzeldir. Çok şarkıyı, dinlemediğmiz için değerini anlamıyoruz.

  • İnsanların sempatisini kazanmaya çalışmak, düşmanlıktan kaçınmak boş bir çaba. Hele bunun için kendinden taviz vermek aptalca.

  • Çok zaman bizi kısıtlayan tek kelimelik yargılarımız oluyor. "Assembly yazmak zordur. Hiç bulaşma." gibi. 

  • Her gün bir kaç kez mesaj geliyor telefonuma bir şeyler satmaya çalışıyorlar. Mal satmak zor iş. Satın alacak adam bulmak zor iş. İnsanlar ellerindekini satabilmek için çırpınıyorlar. Çalıştığın şirket binlerce kilometre uzaklıktaki ülkelerde bir şeyler satabilmeye çalışıyor. Burada alıcısı bulamıyor demek. Çıkardığım sonuç hemen her sektörde gereğinden fazla mal var. Çok fazla üretilmiş. Alacak adam yok. Buna karşın insanlar hala fazla mesai yapıyor. Çıldırmış gibi çalışıyor ki bir şeyler üretilsin de satılsın diye. Alıcı ise o kadar az ki. Diğer yandan ihtiyaçlarını karşılayamayan o kadar çok insan var ki. Bunlar ise fazla üretilmiş mallara erişemiyorlar. Bir tarafta artık satılamayan ürünler, diğer tarafta fazla üretilmesine rağmen ihtiyaçları karşılanmayan insanlar. İhtiyaçlarını karşılamak için ise satılacak ürünleri üretmek üzere çalışmak iş bulmak gerekiyor. Ama zaten o ürünlerin alıcısı artık almıyor. Bu döngü bariz bir şekilde parası olan insanların daha çok parası olmasını körüklerken olmayanların daha kalabalıklaşmasına neden olacak gibi görünüyor. Bu üretilen malların satılabilmesinin bir yolu aklıma gelen üretime yönelik olmayan iş yapan insanlar. Memurlar, pazarlamacılar, hizmetçiler, sanatçılar vs. Diğer bir yol da verimsiz üretim olabilir. Bunlar medeniyetimizi ayakta tutan insanlar olabilir.

  • Kimseye eyvallahın olmadan yaşayacaksın. 

  • Ne için eyvallah ettiğin senin ne kadar onurlu bir insan olduğunu gösterir. Kendinden vazgeçtiğin kendin gibi davranmaktan vazgeçmene neden olan şey ne ise senin değerin odur. Özgürlüğünü ne karşılığında satıyorsan senin değerin odur. Köpek nasıl ufacık menfaat için insanın istediği hor gördüğü küçümsediği her şeyi yaptığı için aşağılık görülür. Birine köpek dediğinde bu yüzden o insanın zoruna gider. Aslan eyvallah etmez diye bilindiğinden aslan bir övgüdür. 

  • Fiziksel, mental, duygusal kapasitemizin sınırlarında yaşıyoruz. Çıldırmak üzereyiz. Bu fedakarlık çok fazla. Lanet olsun, ne olacaksa olsun demenin vakti geleli çok oldu çoğumuz için. 

  • Aklına her geleni hemen uygulamaya kalkma. Biraz dur soluklan sonra karar ver. 

  • Taraf olduğunda kendin olmaktan vazgeçmiş oluyorsun. 

  • Hiç bir şey sadece olduğu şey olarak algılanmıyor. Hepimiz herşeye anlam yüklüyoruz. Bu anlam ise bizim geçmişimizden özellikle de travmalarımızdan kaynaklanıyor. 

  • Özgürlük vazgeçebilmektir. Vazgeçebileceğini düşündüğün her konuda özgürsündür. 

  • İlerleme, yükselme, hedefler hepsi ilizyon.

11 Ekim 2013 Cuma

Leyleğin Ömrü - 7


  • Kafamızın içinde toplumun sesi susmak bilmiyor. Bizi her an yargılıyor, tehdit ediyor, uyarıyor. Bu kimi zaman kafamızda tanıdığımız birinin sesi oluyor. Kimi zaman meçhul komşumuz. Sürekli izleniyor muşuz gibi. Arka arabadaki adamın sesi çınlıyor kafamızın içinde. Hiç bakmadığımız ve aslında var olup olmadığını bilmediğimiz üst katlarda bir genç, yürüyüşümüzün ne kadar bezgin göründüğünü söylüyor. İş yerinde kim olduğu belli olmayan biri işe geç kalmayı alışkanlık ettiğini söylüyor. Bunlar toplumun kafanın içindeki sesi. 

  • İnsan alışınca tuhaf acı biber bile şiddetle arzulanan bir şey oluyor. Ama benim gibi acı yemeyen insan için kaçılması gereken bir şey. O acıyı bir kaç kez çeken adam için ise çok güzel. Bütün acılar için aynısı geçerli mi acaba?

  • İnsan gücünü test etmeyi kapasitesinin sınırlarını bulmaya çalışmayı çok seviyor. Acaba bunu bunu yapabiliyor muyum? Tamam bunu yaptım. Peki, şunu şunu yapabilir miyim? Hep sınırlarımızı zorlayacağız. Hep sınırlarımızı öğrenmeye çalışacağız. Hatta arada sırada öğrendiğimiz sınırlarımız değişti mi diye tekrar kontrol edeceğiz.


  • Mevlana'nın söylediği bir şey vardı, çok hoşuma gidiyor. İnsan yerden 10cm yukarıda 20 cm genişliğinde bir duvar üzerinde çok rahat yürür. Kolay kolay düşmez. Ama duvarın yüksekliği 5m olursa yürümek zorlaşır. Genişlik aynı bile olsa.

  • Şimdi, kabullenmek önemli. Yaşadığın ortamı, olanları, memnuniyetsizliklerinle birlikte kabul etmek ve bunlarla yaşamayı bilmek gerek. İyi kötü bir gelirin var. Ve zengin olmak istiyorsun. İşte zengin oluncaya kadar şu  hayatından nefret etmemen, dört gözle zengin olacağın gün için gün saymaman, kendini paralamaman, şu an ki koşullarını kabul etmen ve böyle yaşamanın tadını çıkarman gerek. Yoksa hakettiğini düşündüğün zengin olma düşüncesi seni yiyip bitrecek. Zenginlik konusu sadece bir örnek. Benzeri çok fazla. Sen daha iyisini hakettiğini düşünsende elinde olanı bilecek gerçekleri kabul edecek ve bunun için kahrolmayacaksın.

  • Memnuniyetsizliklerinden bir an evvel kurtulmaya çalışmak ve başarmayınca veya başarısızlık ihtimali ortaya çıkınca umutsuzluğa kapılıp kahrolmak çok sık yaptığımız bir şey. Memnun olmadığın şeylerden kurtulma demiyorum. Fırsat gelirse kurtul. Ama kendini paralama. Gerçekleri kabul et. Ve teslim ol. Hayatını bu şekilde sürdürmeye ve bundan tad almaya alış. Kötü de olsa bir örnek. Teybinin bir hoparlörü bozuldu ses vermiyor diye, tek hoparlörle de olsa müzik dinlemeyi kesecek misin? Teybinin bir hoparlörü gitti. Tabi ki ses eskisi kadar güzel gelmeyecek. Çift hoparlörün verdiği sesi tek hoparlörden alamayacaksın. Teybin eski haline gelinceye kadar müzik dinlemeyi mi bırakacaksın. Yada müzik dinlemeyi bırakıp hiç bunun tadına varmadan bütün enerjini teybin tamirine yada yeni teyp almaya mı harcayacaksın. Ben işte teybin yenilenmesine karşı değilim. Ama akşam bozulduysa , en sevdiğin albümü sabaha kadar asla dinlememktense bununla yaşamayı kabul edip tek hoparlör ile o akşam dinlemek gerek. Sabah fıursat bulduğunda tamirciye gidersin. Ama o akşam teybi tamir ettirmek için çabalamak, mesela tamircinin evine gitmek bunlar lüzumsuz. Her istediğin her an olmak zorunda değil, her memnuniyetsizliğinde hemen kaybolmak zorunda değil, sabırlı ve kabullenmiş olarak yaşamak gerek.

  • İnsanın birincil amacı acılardan ve ölümden kaçınmak olmuştur. Bunun için farklı dönemlerde farklı toplumlarda farklı yaklaşımlar oluşmuş. Çocukluktan çıkarken bizde hayatımızda acılardan kurtulmak için bir yol yordam bulma arayışına gireriz. Kendimize acılardan kurtulmanın yollarını bulmuş olduğunu düşündüğümüz insanları model olarak seçeriz. Bu sayede korkularımız ile başedebileceğimizi zannederiz. Hayatımızın geri kalanında bu insanlar gibi olmak için uğraşırız. Sonrasında bu insanların sahip olduğu özelliklere sahip olduğunu düşündüğümüz insanların onayını almaya çalışırız. Aynı şekilde farklı modellerin oluşturduğu insan topluluklarını aşağılarız. Onları hor görürüz. Kendimize sürekli kendi modelimizin en doğru en az acı veren olduğunu ispatlamaya çalışırız. Ama hep hüsrandır aslında. Çevremize diğer insanlara ise acılardan ne kadar uzak olduğumuzu gösterecek şekilde yaşamaya çalışırız. Sanki keyif yapıyormuş gibi yaparız. Endişemiz, korkumuz yokmuş gibi davranırız. Modelimizin hatalı olabileceği ihtimalini yok sayarız. Sadece modele uyulmamıştır. Model dediğimde işte insanın gözetmesi gereken bir kaç yetenek, tavır falan. Yoksa karmaşık bir şet değil.


  • Günümüzde insanların hemen hemen tamamının kabul ettiği teori modern yaşamın çözümlerinin acılara engel olabileceği ve yegane çözüm olduğudur.

  • Kafanın içinde konuşan kim olursa olsun, hepsi senin bilinçaltının sesidir. Ciddiye alma.

  • Kendini kusurların, hataların, zayıflıklarınla olduğun gibi kabul etmelisin. Kendini değiştirmeye çalışmamalısın. Mükemmel olmaya hiç çabalamamalısın. Senin bazı yönlerin seni sıkıntıya sokabilir. Kendi kendinle çelişebilirsin. Mantıksız yönlerin olabilir. Çok aşağılık bulduğun bir tarafın olabilir. Veya toplumda kötü karşılanan, sakladığın yönlerin olabilir. Bunlar gibi bir çok şey olabilir. Boş ver. Değişmeye çalışma. Değişmemeye de çalışma. Su akar yolunu bulur. Sen de bırak nasıl oluyorsan ol. 

  • Sabah erken kalkacaksın. Gece yarısı oluyor. Hiç uykun yok. Ama uyuman gerekiyor. Çünkü sabah erken kalkacaksın. Eğer hemen uyumazsan yarına uykusuz kalacaksın. Uykusuzken kendini kötü hissetmen bir yana. Performansın da düşecek. Kimbilir insanlar sana ne gözle bakacak. İşte bu tür durumlar için diyorum ki boş ver. Uykun yoksa yok. Uyuma. Evet yarın uykusuz kalcaksın. Ama bunu engellemek için çırpınma. Olmuyorsa olmuyor. Bırak olan olsun. Bir günü uykusuz geçir. Hayatında her şeyi düzenleyebileceğin düşüncesinden vazgeç. Bırak belki olması gereken uykusuz kalmandır. Niye mutlaka uyumak zorunda olasın. Belki performansın düşmeli ve tazminatınla kovulmalısın ki daha iyi şartlarda çalışabilesin. Veya kapasiteni anlayabilesin. Kontrolü bırak biraz. Otur televizyon seyret. Olmadı çık gez biraz. Sıkıntı stres yapma.

  • Zorlayarak değil de, doğal olarak gelen değişme açık olmak gerek. Değişime direnmeye çalışmamak gerek. Diğer bir ifade ile hiç bir şeyi muhafaza etmeye çalışmamak gerek. Mesela sağlığın, toplumsal statün, arkadaşlıkların vb. Değişime açık ol korkmana gerek yok. Değişim bazen sana zarar kayıp olarak da gelebilir. Boş ver. Değişirse değişsin. Bu çaba değişime neden olacak diye kendini engellemeyi de içerir. Bırak kendini dizginleme. Ne değişirse değişsin. Yani kendini zorlamaman gerektiği gibi, kendini dizginlememen de gerek. 

  • Gerginliğinin en büyük nedeni insanları kafanın içinde konuşturman ve kendini olduğun gibi kabul etmemen. Kendini olduğun gibi kabul etmediğin için, insanlara da farklı sunmaya çalışıyorsun. Başaramama ihtimalin için de senaryoları düşünyorsun. Kafandaki senaryolara son versen kendini olduğun gibi sunacaksın ve gerilimin azalacak. Daha rahat ve yaratıcı olacaksın. 

  • Yaptığın işin kusursuz olması gerekmiyor.

  • Bilinçsiz bir şekilde her değişimi ve değişim olasılığını fırsat mı, felaket mi değerlendirmesine tabi tutuyoruz. Kafamız sürekli bunlarla meşgul. Fırsat olunca atılmak zorunda hissediyoruz, felaket olunca savuşturmak zorunda hissediyoruz. Ama değerlendirmeyi neye göre yaptığımız muallak ve bilinçsiz.

  • Dövüş Kulübü'nde bir sahne var. Tyler, Jack'in elini öpüp, kimyasal döküyor. Jack'in eli yanıyor. Jack çırpınıyor, Tyler onu tutmaya devam ediyor. Jack kurtulamayacağını anlayınca, acıyı hissetmemek için zihin oyunları, meditasyon gibi şeyler yapıyor. Tyler bir tokat atıp, bu senin acın bununla ölü adamlar gibi başetmeye çalışma diyor. Ve ekliyor. Bu senin acın, onu kabul et, hisset. Ona teslim ol. Bu sahne çok vurucuydu. Ve hayata yaklaşımımızı güzel özetliyordu. Bizlerde her memnun olmadığımız şeyden kurtulmak için çırpınıyoruz, hatta ilerde memnun olmayacağımız şeyler olabilir diye çırpınıyoruz. Onu yaşamıyor, onu kabul etmiyoruz. O tecrübe bize ne kazandıracak bilmeden ondan kurtulmaya çalışıyoruz. 

  • Yine Dövüş kulübünün meşhur sahnelerinden bar çıkışı ilk kavga sahnesinde Tyler, Jack'den kendisine vurmasını ister. Çünkü daha önce hiç dayak yememiştir. Jack bunun iyi olduğunu söyler. Tyler ise bunu dayak yemeden bilemeyeceğini iddia eder. Burada Jack normalde bizim her zaman takındığımız tavrı takınıp, kötü olduğunu kabul ettiği veya toplum tarafından kötü olarak kabul ettirilen bir şeyi yaşamamak için kaçınmaya çalışıyor. Tyler ise kötü olduğunu nereden biliyorsuna getiriryor. Bizlerin hiç tecrübe etmeden kaçındığımız binlerce şey vardır. Bırakalım olsun.

  • İş filmin psikolojik tahliline döndü ama bu aralar bu hoşuma gidiyor. Tyler diyor ki, babam üniversite okumamıştı. Bu yüzden benim okumam önemliydi.Üniversiteyi bitirdim. Babama sordum şimdi ne yapayım. Git bir iş bul dedi. Sonra yine aradım. Bilmiyorum, evlen mesela dedi.Tyler hep ona yapacaklarını söyleyecek birini arıyor. Kendi kararlarını almıyor. Bizlerde böyleyiz. Hep yapacaklarımız bize söylenmiştir. Bize hep yol gösterilmiştir. Hatta hayatımızı adayacağımız şeyler bile.

  • Tyler Durden'a göre uçaklarda oksijen maskesi konmasının nedeni, oksijenin kafa yapması, yani uyuşturması, panik durumda derin ve sık nefes aldığından bol oksijen alıyorsun. Bu da seni rahatlatıyor. Sakinleşiyorsun. Ve en önemlisi kaderine razı oluyorsun. Rahat rahati, çırpınmadan, sakince ölüme gidiyorsun. Burada yine kaderine razı olmak, ona direnmemek konusu işleniyor. İnsan uçak düşerken bile sakin kalabiliyor. Bütün hayat boyunca da yapılacak şey, öncelikle aksilikleri veya felaketleri kabullenmek, sonra rahatça kontrol almaya bakmak.