13 Ağustos 2014 Çarşamba

Fasulyenin Faydaları -5

  • Bir yerde okudum. "Duygular her zaman vardır ve otomatik tepkileri belirler. Bu otomatik tepkileri kontrol etmenin bir yolu kendinin farkında olmak(self awareness)... Bu tepkileri durdurmanın bir yolu, bir an için durmak, yavaşlamak, düşünmeye başlamak ve bilinçli olarak tepki vermek. " Aslında İngilizce. İyi çeviri yaptığımı düşünüyorum.

  • Alain de Botton- Felsefenin Tesellisi: Seneca'ya göre, bizi çevreleyen inatçı, katı dünyayı verdiğimiz tepkilerle, öfke krizleriyle, kendine acıma duygusuyla, huzursuzluk, tatsızlık, dediğim dediklik ve paranoyayla daha da çekilmez kılacağımızı öğrenebilseydik, belki bilgeliğe biraz yaklaşmış oluruz. 

  • Hepimiz büyümüş rolü yapan çocuklarız. 

  • İnternette okuduğum bir yazıdan ilham aldım. Bizler kendimizden memnun olmak için kriterler koyuyoruz. Mesela başarılı olmak, yada belli bir dereye kadar statüye sahip olmak gibi. Bunlar bizim doğamızda olan kriterler değil, aksine sonradan içinde yaşadığımız toplum tarafından bize öğretilen kriterler. Bu gibi kriterler bizim karakterimizi, kimliğimizi oluşturuyor. Gerginliğimizin, endişelerimizin, saçma tavırlarımızın, gel-gitlerimizin nedeni işte bu kriterler. Öğrenmemiz gereken bunları yerine getirmeden de kendimizden memnun olmak. Yaşadığımız hayatı tad alarak yaşamak. 

  • Tercüme yapacağım. "Koşulsuz kendinden memnuniyeti tekrardan kazanmak,kendimize yaptıklarımızdan, hissettiklerimizden, düşündüklerimizden, sahip olduklarımızdan, başkalarının bizim hakkımızdaki düşüncelerinden bağımsız olarak kabul edilebilir  olduğumuzu sürekli hatırlatmayı içerebilir" 

  • Terrcüme:"Kendini kabul etmenin kısayolu çokca çok kötü şeyler yapmanın arkasındaki motive edici güçtür." Yani sırf öylesine kabul edilemez bir şeyler yapıp yine de kendinden memnun kalmak, rahatsızlık duymamak. 

  • Tercüme: "Mutluluğun anahtarı, akıl sağlığı,mutlaka olduğun gibi olmak, ve koşulsuz kendini kabuletmek. Paradoks sorunlarımızın çoğunun, kendimizi geliştirmeye çalışmak, düşüncelerimizi sansürlemek,geçmiş kötülüklerimizi düzeltmek, depresyon ve saldırganlık gibi olumsuz duygularımızla mücadele etmek yüzünden oluşmasıdır." 

  • Bezan işleri berbat etmekten, elime yüzüme bulaştırmaktan korkuyorum. Vücudum bile geriliyor. Kafamda sürekli nasıl yaparım da hata yapmam diye fır fır düşünceler dolaşıyor. Başka bir şey görmüyor duymuyorum. Hiç bir şeyle gerçekten ilgilenmiyorum. Tabi kafaya taktığım iş haricinde. İşte bunun idealin peşinde koşmaktan kaynaklandığını düşünüyorum. işin bir ideal hali varmış gibi, onun peşinden koşuyorum. Olabilse daha güzel olan, olduğu kadarı olması aslında. Başarmak başarmamak çok da fark edecek değil. 

  • Toplumlar biraradayken güçlü ve güvende hissederler. Bu yüzden her birey birlikteliği korumak üzere yetiştirilir. Anneler çocuklarına toplum düzenine uygun davranmak üzere eğitim verirler. Toplum da birliktelikten uzaklaşan bireyleri cezalandırmaya başlar. Babalar ise neneler ve daha önceki neneler tarafından yetiştirilmiş düzen koruyuculardır. Insanları telaş ve paniğe sürükleyen düzenin bozulmasıdır. Düzenin adil olması vesaire önemli değildir. Bu yüzden telaşlanılan dönemler. Toplumda hakim olan bir düzenin olmadığı savaş, ihtilal gibi dönemlerdir. Padişahlık ile yüzlerce yıl geçirmiş toplum için en önemli şey bu düzenin sürmesi kaos olmamasıydı. En tuhaf günler ise mutlaka ki savaş dönemleriydi. İnsanlar için tek soru muhtemelen yeni kurulucak düzenin hangisi olacağıydı. Padişah, işgal veya cumhuriyet. Hangisi olursa ona uyum sağlayacaklardı. Yeter ki düzen olsun. Yıllarca padişahlık ve din tabanlı eiğitilen çocuklar şimdi cumhuriyet bozulmasın diye eğitildi. Sonuç olarak anlatmaya çalıştığım insanların en büyük kabusunun kaos olduğu, bir şekilde toplumda bir sistem kurulması ve nasıl kurulursa kurulsun orada yer almaktır. 

  • Bu arada insan vijdanı da yaşadığı toplum veya toplumların düzenini ayakta tutmak üzere gelişmiştir ki insanların sivrilen duyguları törpülensin bastırılısın. Böylece sorun olmadan toplum bir arada kalsın. Tabi haksızlar da denemez. Ne kadar birlikte hareket edebilen düzenli toplum varsa hep diğerlerinden güçlü ve güvenli olmuşlardır. Bu sosyala alanda güvenlik ve özgürlük dengesini ortaya koyar. Bireysel yaşamda ise bastırılımış duygular, anlamsız davranışlar, bilinçaltı karmaşası, problemli insanlar. Bu gösteriyor ki toplum düzeni korurken bireyin özgürlüğü konusunda çok hassas olmalıdır. Olmadığı takdirde sağlıksız bireylerden oluşmuş sağlıksız bir toplum olacak ve çatışmalar bitmeyecek, ufacık nedenlerle birbirine girecektir.

  • İşin en garibi de toplumun bireyin özgürlüğünü kısıtlamasında ilk aracı ailedir. İnsanı en çok sevdikleri yaralıyor. Ve bu çift taraflı işliyor. Hepimiz bir şekilde birbirimizin gardiyanı gibiyiz. Farklılıklar toplumun bozulması riski yaratıyor ve biz en ufak farklılığa tahammül edemiyoruz. Ailemize baskı yapıyoruz. Onların istediğimiz gibi olması, bizim idealimize göre hareket etmesi, acı çekmemesi (ki acı çektiren toplumdur ve bizizdir), kafamızda var olduğunu kabul ettiğimiz toplum yapısına aykırı topluluklardan uzak durmasına çabalıyoruz. Aksi olunca biz de cezalandırıyoruz. İşte bunlar hep eğitim. Oysa yaşadığımız toplumda en ço ksorun çıkaran insanlar bu baskılardan bunalmış bireylerin bulduğu ilk fırsatta agresif olarak özgürlük yaşamaya başlamasıdan başka bir şey değil. 

  • Ayrıca not düşmek gerek ki, toplum düzeni derken, toplumun stabil kalması demek isterim. 

  • Aynı konuya ek olarak, dinlere bakıldığında insanları toplum stabilitesinin geliştirdiği baskılara karşı bir biretsel özgürleşme olarak ortaya çıktıkları görülüyor. Yani en azında din kitaplarına bakıldığında bireyi özgürleştirici bir eğilim var. Sorun bu kaynağında toplumu bir arada tutmak için kullanılması ile dinin yeni düzenin bir baskı aracına dönüştüğünde ortaya çıkıyor. 

  • İnsanların baskılanmış ve belkide bu yüzden oluşan saldırgan arzularını bir şekilde yerine getirmeleri gerekir. Bu zaman zaman bireysel patlamalara yol açtığı gibi, zaman zaman da toplum olarak katli vacip biri, yada bir çeşit düşman gereklidir. Toplum bir başka toplumu düşman edindiğinde onun bireylerine karşı yada onun bireyi varsayılan birine karşı rahatlıkla saldırgan davranıp rahatlayabilir. Yani bir çeşit kum torbası. 

  • Bariz bir toplum baskısı yoksa kendine eziyet etmenin anlamı yoktur. Tamamen özgür olabilirsin. Kafandaki tüm kurallar toplum stabilitesi içindir.  Bu yüzden hayattan tad almak istediğinde ve net bir tehdit görmediğinde bütün kuralları yıkabilir ve özgür olabilirsin. Bütün kurallar toplum tarafından stabil kalabilmek için geliştirilmiştir. Hatta özgürlüğün sınırının başkasının özgürlüğü ile sınırlandığı bile toplum stabilitesini sağlamak için geliştirilenlerdendir. 

  • Duyarlı olmak gereği de toplum tarafından bizim karakterimize işlenmiş unsurlardandır. Küçük bir ayrıntıyı belirtmek gerek bahsettiğim duyarlı olmak değil, duyarlı olmak gereği. Fark şöyle anlaşılabilir. Bir insan bir konuda duyarlı değil ise değildir soru yaratmaz. Fakat duyarlı olma gereği duyuyorsa ve duyarlı değilse suçluluk duyar ve kendini baskı altına alır. Bu da kafamızdaki hapishanemize bir parmaklık daha ekler. 

  • İnsanlar özellikle çocukluklarında aşamadıkları baskı veya anlamlandıramadıkları tepkileri gibi doğuştan gelen özgür ruhun çaresizliğini karakterine aşılayarak dışardan gelecek tehditleri bertaraf etmenin yoluna giderler. Böylece yaşadığımız çevremiz bir anlamda bizim karakterimizin en büyük parçası oluverir. 

  • Çocuklukdaki şekillendirmelerden biri de koşullu sevgi göstermek. Bu hem çocuğu narsist yapıyor. Baskıdan da kötü sanki. İkincisi de aynen baskı da olduğu gibi insanların özgür ruhunu hapseder. 

  • Toplumdan sakladığını farkettiğin duygularını ve düşüncelerini kendine ve özellikle başkalarına itiraf etmek senin kafanda özgürleşmene yardımcı olacaktır. Çünkü her saklama senin kendi özüne karşı toplumun senin karakterine işlediği bir parmaklıktır. Ne zaman ki bir şey saklıyorsan, bu parmaklıklara çarpmışsın demektir. Ve sen bunu itiraf ettiğinde artık o parmaklık kalmamış olur. Özgürlüğe bir adım atmış olursun.