Kaybetme Korkusu

its only we have lost everything that we are free to do anything. Fight Club'dan alıntı. Gerçeğin bir köşesini ısırıyor bu cümle. Kaybetme korkusu üzerine düşünmek lazım. Fikirleri coşturan bir konu. Neleri neleri kaybetmekten korkuyoruz. Ve korkmasak daha mı iyi hissedeceğiz.

Arkadaşlarını kaybetmek diyelim en basitinden, kaybetmekten korktuğumuz için neler yapıyoruz veya neleri yapmaktan vazgeçiyoruz. Şöyle bir düşününce sadece arkadaşlarını kaybetmeyi göze almak insanı nasıl bir yükten kurtarıyor hissedebiliyorum. Edindiğin her arkadaş yeni bir yükümlülük oluyor. Evet zor anında sigorta gibi görüyor olablirsin ama arkadaşın buna razı ise bile zor an dedğinde başka bir şeyi kaybetme korkusu değil mi? En basitinden hiç istemediğin halde belli (yada belli olmayan) günlerde aramak zorunda olduğun arkadaşların vardır. Aramayınca için içini yer. Eğer arkadaş kaybetmekten korkmaz isen buna gerek kalmayacak. Bu tabi ki özgürlüğün en basite indirgenmiş halinin örneği.

Bir tanesi de sosyal statü kaybı korkusu. Toplumdaki yerimizikaybetmemek için istemediğimiz bir çok şey yapıp veya istediğimiz bir çok şeyi yapmayıp kendi hayatımızı kendimize hapis yapıyoruz. Bu tabi ki mevkimiz, toplumda oynadığımız roller, toplum kurallarınca (yazılı veya sözlü olabilir) sahip olduğumuz yetkiler vb. kapsar. Bunlar sosyal statümüzün en aişkar görünen yada akal ilk gelen örnekleri. Ama bir de statümüzü sahip olduğumuz sıfatlar olarak değerlendirirsek, yani sahip olduğumuz sıfatları da toplum içerisindeki yerimizi belirleyen unsurlar olarak görürsek ki aslında az önce saydığım örneklerin hepside belli sıfatların toplu hali, karşımıza kaybetmekten korktuğumuz, dürüstlük, hayırlı evlat, iyi eş, temiz, çalışkan, güzel(yakışıklı) gibi bir sürü kaybetmekten ödümüzün koptuğu sıfatlar olduğu açıktır. Herkes hayatında bir çok kez fark etmiştir. Sırf iyi evlat sıfatını kaybetmemek için istememdiğimiz ama sıfatmızın göstergesi olan davranışları aile büyüklerine göstermek zorunda kalmış isteemdiğimiz yerlerde bulunmak zorunda kalmışızdır. Eğer üzerimize yapışan sıfatları kale almaz isek kendi hapishanemizin bir duvarını daha yıkmış oluruz. Kendimizce uygun olan kararları verir hiç bir baskı hissetmeyiz. Bu tabi lafta kalıyor bunu hayatımızda gözlemlersek ne kadar işe yaradığını görebiliriz.

Rahat ve din ile arası çok olmayan insan imajı yada daha kısa bir kelime ile anlatabilirseniz sıfatı olan insan bu sıfatını kaybetmemk için yada imajını herhangi bir şekilde inancını gösterecek bir etkinlik içerisinde bulunamayacaktır. Bu adam alenen kuran okuyamaz, namaz kılamaz vs.
Statü kaybı korkusunu sıfatlarımızın kaybı korkusu diye düşünmüştüm bu onlarla ilgli galiba imajını kaybetme korkusu yada kötü imaj edinme korkusu. Tabi sıfatlarda olduğu gibi imajlarda da istenilen, kabul edilen ve istenmeyen, kabul edilmeyenler vardır. Çevrede hor görülecek diye bazan kendi içimizdekileri dışayansıtamayız farklı bir ruhumuz varmış gibi davranırız. Bazı şeyler ilgimizi çekse de çekmiyormuş gibi davranmak zorunda kalırız. Çünkü bizim sıkı sıkı tutunmamız gereken bir imajımız vardır. İmajımız çok zaman yargı içeren bir cümle ile ifade edilebilir. Yada tek kelimelik bir sıfat (evet karar verdim sıfat bir iki kelimelik imajdır) ile yaptığımız toplum arayüzümüzüdür. Tutrsız davranışlarda bulunmayan insan imajınızı yüceltmek istediğinizde sürekli olarak tutarlı görünmek veya böyle olmadığını hissetitğinizde yalan yere mücadele edip bunun dillendirilmesini engellemeye çalışmak zorundasınızdır. Bu da sizin özgürlüğünüze mal olur. Diyeceğim odur ki çok zaman kendi kendimizi özgürlükten ediyoruz. Önce kafamız özgür omalı. Önce kaybetmekten korkmamalıyız.

Mesela kimse aptal olarak görünmek istemez. Yani aptal imajına sahip olmak istemez bu kendisinin sahip olduğu daha değerli imajını ortadan kaldıracaktır. Bu yüzden kendini aptal göstereceğini düşündüğün hiç şey yapamazsın. Bu aptal olarak belirtilen imaj ise çok kaygandır. Bu durum insanı aşırı gerebilir. Onun için bence oluruna bırakmalı imajının aptal olup olmadığı ile toplumdaki yerinle filan ilgilenmemeli

Saygılı olmak zorunda değiliz, saygılı olasımız gelirse oluruz. Biz kendimiz gübü olursak sonunda bu kimine saygılı gibi görünür kimine görünmez bazen saygılı görünürüz bazen saygısız ne önemi var. Ama bu imajı taşımaya çalışmak zorunda kalmamalıyız. Toplumun sempatisini kazanmak uğruna kendimiz olmaktan çıkmak makul değil. Sevilen biri olmak mecburiyetinde değiliz. Evet avantajları var gibi görünüyor ama bir başkası gibi yaşayarak sevilen birinin avantajlarını elde etmek yeterli mi? Korkmamalıyız insanları kaybetmekten korkmamalıyız. Sempati kazanmaya çalışmayı bırakmalıyız. İnsanlar zaten bir birine bakan sürekli normali kollayan bir deliler sürüsü. Herkes bir başkasıymış gibi yaşamaya çalışıyor. Onları kazanmanın bir anlamı yok. Çevre edinmenin bir anlamı yok, artık bu çabadan vazgeçelim. Eş dost arkadaş vs. kaybetmek kendimizi kaybetmekten daha kötü değil. Sıkışmış bunalmış insanlar olarak bir köşe de kalmayalım. Dediğim tamamen herşeyi terketmek değil, mesela toplumda yer edinmemek değil, bunun kaygısını çekmemek yer edinip edinmemek sorun olmaktan çıkmalı. Şİmdi ne zaman ki bir şeyi yapmaktan rahatsızlık duyuyorsak veya yapmamaktan ve bunun altında insanlara karşı topluma karşı imajımızın izlenimlerimizin korunması veya geliştirilmesi kaygısı varsa orada duracağız biz o değiliz, buna mecbur değiliz. Korkmadan kaybedelim gitsin. Kaybetmenin verdiğin huzuru yaşayalım. Hani çok korktuğumuz bir şey başımıza gelir ve geçer ya onu engellemekten daha tatlıdır. İşte bunu yaşayalım.

Ben asla şöyle yapmam yaparım daima şöyleyim gibi şeylerden uzak durmak gerek
Aslında kaybetme korkusunda en büyük ve ön plana çıkanı mal kaybetme korkusu. Ama bunu yenmek daha zor olacağından öncelikle bence insan sosyal anlamda gelişen kısıtlarını ortadan kaldırmalıdır.
Çok zaman bir konuda tereddüte düştüğümüzde aslında kaybetme ihtimali hesaplarına girişmişizdir. Çok istediğimiz bir şeyi dahi yapmak için neleri kaybeder neleri kazanırız onu hesaplarız. Sonra kendimiz dedğimiz ben dediğiz sadece kendimizle sınırlı kalmaz. Bir şeyleri kazandıkça onu kendimize ekleriz. Bir süre sonra ben koca bir yığına dönüşür ve artık o yığının tamamına gelecek an ufak zarar bize gelmiş olacak.Artık kendimizden çok o yığın için uğraşır olacağız.
Coşkuyu hissetmek ve coşmak için bizi çevreleyen tabakadan kurtulmamız lazım. Zorunluluklardan kurtulmak hayatı pasif yaşamamak için kaybetme korkusu ile yüzleşmemiz lazım.
Alay edilmek gururumuzu kırar ve korkumuz ortaya çıkar ki bu itibarımızı zedeler. İtibar kaybetmemek için alay edenle savaşmak zorunda kalırız. Bunda bizim alay edileni küçük görüyor olmamızın büyük etkisi var. Aslında bütün kısıtlamalarda insanları yargılalamamız kendimizi yargılamamıza neden oluyor. Neyse şimdi yapılacak olan hem alay edilme gibi durumlar ile mücadele etmemek hemde artık kendimize yeni yükler oluşturmamak için yargılamaktan vazgeçmek. Her yargı kafamızda yeni kurallar oluşturuyor. Bu kurallar bizi kısıtlıyor. Bunlar bir açıdan bakınca mükemmelliğin tanımları ve bunlara uymaya çalışmak hem imkansız hemde aptalca hem de çok yorucu. Bırakalım küçük düşelim, bırakalım bize ezik desinler, bırakalım aşağılasınlar unutmayalım ki bütün bunlar onların hastalıklı kafalarında oluşturdukları kalıplara uymadığımızdan oluyor. Bir noktada biz yine ne yaparsak yapalım diğerleri tarafından aşağılanacağız zaten gizli veya açık kimse kurtulamaz çünkü mükemmelik tekdir iki kişi mükemmel ise ya onlar aslında aynı kişidir geri zekalı olduğundan iki kişi zannediyordur yada mükemmel değildir. Tamamen rahat olmak gerekir bırakalım nasıl davranırlarsa davransınlar, bırakalım ne düşünürlerse düşünsünler, ne tepki verirlerse versinler, içten içe gülüp geçelim. Ne diyordu şarkıda (yine dövüş klübü) "you have to give up". Bir de seni olduğundan farklı tanımaları var insanların. Sen yalan söylememişsindir ama senin yalan söylediğine inanırlar, bu durumda derim ki çabalama boşver öyle inansınlabir gün ortaya çıkar falan demiyorum. İsterse çıksın burada önemli nokta senin yalancı imajının olmasının senin için öneminin olmamasıdır. Bizim diğer insanları bu kadar kale almamızın bir nedeni de maddi kayıp ihtimalidir. Aslında gereğinden çok paranoyağız ve her durumda mal can kaybetme korkusu yaşarız. Aslında itibarımızda bizim mal ve can kaybı korkusundan ortaya çıkar. Yani bir çok hareketimiz ve insanlara boyun eğmemiz imajımızı koruma çabamız. Bu ruh hastası insanların saldırılarına karşı bir kalkan oluşturma çabasıdır. İşin sonunda dayak yemek, evsiz barksız kalmak sevdiğin insanların acı çektiğini görmek olasılığı var. Korkumuzdan kendimize itibar edinmeye çalışırız. İtibarımızı kaybetmek korkusundan ise başka kalkanlar oluştururuz. Onu elde etmeye çalışırız yani yeni kalkanı. İtibarımız mal kaybına karşı bir kalkan olsun diye vardı zaten mallarımız kendimize gelecekteki saldırılara karşı kalkandır. Ama farkındaysan ruh hastası insanların saldırılarının nedeni de kendi kaybetme korkularını ertelemek için kalkan üstüne kalkan edinmek. En altta yatan ise varlığın sonu yani ölüm bütün bu çabanın altında ölüm korkusu var. Ölmemek yada öleceğini unutmak için uğraşıyoruz.

İnsanları kızdırmama, gücendirmeme, küstürmeme, üzmeme çabası var bir de. Bunlar tamamen düşman kazanıp mal,mülk, sağlık, vs. kaybetme korkusudur. Değilse de mal mülk vs. kazanma ihtimali doğuran yollardan mahrum olmamak çabasıdır. Özü ya dayak yememek, malına mülküne zarar gelmesini engellemek yada biraz maddi çıkar elde etmek çabasıdır. Kavga etmeyen insanların bir çoğu (hepsi değilse) korktuklarından kavga etmezler. Bunu da bırakalım derim ama hiç kolay değil bu psikolojik kazançların kaybı gibi değil gerçekten maddi anlamda kayıp ve buna ilk baştan başlayanın sağlam tebrik edilmesi gerekir. Bence bırakmaya ufak ufak başlayıp derinine inmek lazım.

Umut sahibi olmak var. Ümidin ulduğu sürece bir şeylere bağlı kalıyorsun. Bir şeylere katlanıyor, kendine sınırlar koyuyorsun. Ümidin varsa hedefin vardır. Daha kötüsü bu hedefe ulaşma olasılığın vardır. Bu banka kredisi reklamı görüp ev alabilme ihtimalinin oluşması gibidir. Bir kez o yolda yürümeye başlayınca yıllarca kendini o borca mahkum edersin ve her kararında benim borcum var dersin. Umudun olunca da ona erişebilme ihtimalinin artması veya azalmaması için kendinden taviz veriyorsun. Çözüm yok, ama teşhis bu.

Kazanmak kaybetmek hayatta herşeyi bunlara indirgemişiz. Yaptığız herşeyde kazanmaya yada kaybetmemeye çalışıyoruz. Değerliler değersizler var ve bunlar sürekli değişiyor. Kardamıyım zarardamıyım kafamızda hep bunlar dönüyor. Bir malı ne kadara aldığımız önemli değil önemli olan kazıklanıp kazıklanmadığımız. Kazancımızın yeterli olup olmaması değil daha fazla kazanabilir miydim emeğimi daha pahalıya satıp kar elde edebilir miydim gibi düşüncelerle kendimizi yiyip bitiriyoruz. Bırakalım artık kar zarar hesabını mümkün ise hiç bir şeyin muhasebesini tutmayalım.

Kazıklanmaktan korkuyoruz. Aptal yerine konulmak, kandırılmak kaybeden olmak kabus gibi geliyor. Herhangi bir şeyi piyasasının üstünde almak zorumuza gidiyor. Elimizdekini olabileceğin altında bir fiyata satmak zorumuza gidiyor. Zarar'a uğrarız diye ödümüz patlıyor. Emeğimizi ucuza satmaktan korkuyoruz daha pahalıya satmaya çalışıyoruz. Daha çok öne çıkan bir arkadaşı için daha az öne çıkan arkadaşlarını satan, daha çok göze batan biri için daha az göze batan sevgilisini bırakan insanlar var. Hep daha fazla kar peşinde ve hep bir alışveriş, biriktirme hevesi. Bu yüzden gözü dönmüş insanlara dönüşüyoruz. Bırakalım kazıklanalım hatta bunu tecrübe etmek için kazıklandığını farkettiğinde bırak uğraşma kazıklan bir rahatlama gelecektir. Özgürlüğü tatmak için bunları kafamızdan çıkarmamız lazım. Tabi önce farkına varmamız lazım. Davranışlarımızın altında bunların olduğunu gözleledikten sonra belki bunlardan kurtulma şansımız vardır. Çünkü bizim düşünce yapımız tavırlarımız falan hepsi birer alışkanlık korkularımız alışkanlıklar yaratmış biz sadece refleksler ile yaşamı sürdürüyoruz. Sadece tepki veriyoruz. Kendi kendimize bir yönelmenin ne olduğunu bilmiyoruz. İnsanlar arası tek ilişki pazarlık olmamalı. Korkmayalım bırakalım kaybedelim. Kazıklayan kendine yapıyor bize değil biz mal kaybediyoruz o kendisini. Rahat olun. Kaybedin.


Hayatta her şeye karşılık hesabıyla bakmamak gerek. Ne kazandım ne kaybettim diye kendini hırpalamamalısın. Bİzler alışkanlık olarak kazanç ve kayıp esasına göre değerlendiriyoruz hayatımızı. Oysa sadece olanlar var kazandığın senin olan veya kaybettiğin senin olmayan diye bir şey yok olanlar var. Her şeye sıkı sıkı sarılma. Kaybetmemek için çırpınma. Aynı zamanda kazanmak için. Yaşamadan birşeyi sınıflandırma yarumlama tanımlama. Bu iyi bu kötü öbürü acı yok bu güzel bu değil falan. Önce onu yaşa. Şu an yaşadıklarını iyice tat ki sonra bununla ilgili kesin bir fikrin olsun.