Serbesatış-2

  • Ne yaparsan yap, nereye gidersen git, neyi kazanırsan kazan rahata eremezsin. Hiç boşuna plan yapma şunu başarırsam rahatlayacağım diye yok öyle bir şey. Hayatında kimbilir kaç karar aldın böyle ama hala arayış devam ediyor şu olursa rahata kavuşurum diye. Bu düşünce de çok kötü hırs yapıyor insanda. Boşuna gözü dönmüş bir şekilde çabalıyoruz bir şeylerin peşinden koşuyoruz sonuç ona erişmenin geçici ve sanal zevki sonrası yine koşturmaca. Derim ki böyle bir beklenti edinmemek gerek hiç bir şey bizdeki huzursuzluğu sonlandırmayacak. Bizim sıkıntımız kendi ruh hastalığımız. Hepimiz az çok ruh hastasıyız ve kendimizi tedavi etmemiz gerekiyor. Zaten dünya da bir çeşit tımarhaneye benziyor. Sanki insanlar tedavi olsunlar diye dünyaya gönderilmiş.  Kader diye bir doktor var ona uyarsan onunla iyiysen iyileşiyorsun ve iyileşenleri evine gönderiyorlar iyileşmeyenleri ise hücreye atıyorlar. Al sana cennet cehennem. Dünyada hiçbir şey veya hiçbir yerin seni daha iyi yapacağını umut etme. Hayatta iken koşturup elde etmeye uğraştığın yada başarmaya çalıştığın şeyler. Senin kendi sıkıntını unutmanı kendi hastalığını görmemeni sağlayan uyuştucu veya sakinleştiricilerdir. Çok kötü krize girmedikçe almaya çalışmamak gerekli. Biraz kendimizle ilgilenmeli.

  • Minnet duygusu çıkarcı pazarlıkcı zihniyetin dışavurumudur. Minnet eden kişi kendini borlu hisseder. Çünkü karşısındaki bir şeyleri vermiş onun için fedakarlık etmiş ona bir şeyler kazandırmıştır. Minnet hissi ise borçlu olmanın psikolojisidir. O adam bir şey bir şey verdiğine göre sen ona borçlusun. Bu düşünce bu açıdan masum görünebilir. Ama diğer yandan aynı kişi bir başkasına bir şey verdiğinde veya birisi için bir şey yaptığında karşılık bekleyecektir. Büyük ihtimal buna vefa adını verir. Bu yüzden birisi için bir şey yaparsak bunu onun  için veya onu kendimize borçlu kılmak için değil kendi isteğimizle yapmamız lazım onu yapmak bize yeterli olmalı. Böyle bir yapıda olursak kimseye minnet duymamıza gerek kalmaz. Hayatı daha özgür yaşarız.

  • Nankörlük çıkar amaçlı oalrak birilerine yönelik gösterdiğimiz çabanın geri dönüşünü beklediğimiz zaman karşı tarafın bizi reddetmesidir. Yani adam için bir sürü şey yaptım şimdi ben ondan bekleyince sırtını döndü. Sakat bir zihniyet. İnsan ilişkilerini mal alış-verişine indigeyen gelenksel alışkanlık. Hiç kimseye sizi memnun etmeyecek bir davranışda bulunma ki kimseden beklentin olmasın. Birisine bir şey yaptığında onu yaparak alacağını almış olmalısın. Birinin üzüntüsü senin üzüntün ise onu mutlu etmek için yaptığın şey kendin içindir. Ondan borçlu olmasını bekleme nankör falan deme. Otur edebinle.

  • İnsan sürekli olarak bir güven arayışı içerisinde. Daha çok güven peşinde koşarken kendi güvenliğinin azalmasından kaygılanıyor. Kendisini güvende hissetmek için bildiği tehlikelere karşı tedbir çalışmalarına giriyor. Kendisinin zayıf ve tehlikelere açık olduğunu farkettiğinde işler çığrından çıkıyor panik başlıyor.

  • Onaylanma çabamız var bir de,  kendini kabul ettirme mümkünse takdir edilip yüceltilme . Ancak bu şekilde daha kalın bir güven kalkanı oluşturuyoruz. Ne kadar çok onaylanırsak o kadar güven de ve oraya ait hissediyoruz. Eğer yüceltilmeyi başaramamışsak farklılıklarımızı törpülüyoruz. Normalleşmeye çalışıyoruz. Herkes gibi olmadıkça acılar içinde kalacağımız hissi yerleşiyor kalbimize. Aslında bu düşünceyle hareket etmiyoruz. Günlük hayatımızda karşımıza refleks olarak gösterdiğimiz tepkilerimiz, alışkanlıklarımız, mecburiyetlerimiz olarak ortaya çıkıyor. Hayallerimizde görüyoruz. Herkesin hayran kaldığı kişi olma hayali olarak. İdol olup insanların sadece senin keyfine yaşadığı hayali ile. Tabi bunlar sadece insanlığın bilgisinin, gücünün mutlak olduğu varsayımına dayanıyor. Yani diyorum ki ya tedbirlerimiz boş ise, ya hayat neden sonuç ilişkilerine bağlı değilse. Başımıza gelenleri hesaplamamız imkansız ise. İstidlal diyorum boş bir eğlenceden öte değilse. Birbirimize karşı oynadığımız tuhaf oyunların tamamı saçmalık olacaktır.


  • Kazandığımız herşey güven hissinin oluşması için var. Kendimizi çaresiz tehlikelere açık gördüğümüz zaman hemen tedbir almak ihtiyacı hissediyoruz. Kaygılarımızdan arınmak için daha güvende olmak için bir sürü tedbir peşinde koşuyoruz.Bunu bazen bilinçli bazen ise sadece bize öğretilen alışkanlıklardan yapıyoruz. Mutluluk zannettiğimiz her şey aslında bir çeşit rahatlamadır. Kendimize yönelik gelebilecek bir tehlikenin oluşma ihtimalinin azaldığı kanaatine ulaşmaktır. İnsanlık geçmişi boyunca bir sürü tedbir geliştirmiş. Yada doğasında var olan hastalık olarak. Bu tedbirler doğal insan hedefleri olmuş. Toplum tarafından yüceltilme isteği olsun, zengin olma isteği olsun, nezaket gösterme çabası olsun, büyüklerimize saygı vb. bir sürü alışkanlığın altında kendimizi güvende tutma çabası var. İçten içe hepimiz çaresiz, aciz, şaşkın küçük çocuklar gibiyiz. Dünyaya atılmışız. Neyin ne olduğunu bilmiyoruz. Şu an ki varlığımızın son bulacağı kesin. Ne olacağımızı kestiremiyoruz. Korkudan tirtir titriyoruz. Çözüm olarak atalamızından kalan alışkanlıkları en üst seviyeye çıkarma çabasını sürdürüyoruz. Dünya imparatoru olursak güvende oluruz gibi saçma sapan hayaller peşinde koşuyoruz. Bizim sağlayabildiğimiz ilerleme bir noktada tehlikeye girerse yine saldırganlaşıyoruz. Sinirlendiğimizde mutlaka bizi güvende hissettiren bir unsurun tehlikeye girme olasılığı vardır. Korkuyoruzdur. Bir köpek gibi korkudan saldırıyoruzdur. Bütün güven çabası içinde oluşturduğumuz tedbirler bizim düşünce yapımızdaki hastalığın dışavurumudur. Neden sonuç ilişkisi ile hareket ettikçe bu azap devam edecek. Varlığını değerli gördükçe kurtulamayacaksın. Öncelikle tedbir olayının boş olduğunu kabul etmek. Tehlike olarak gördüklerimizin nedenlerini ortadan kaldırmaya çabalamamak gerek. İstidlal'e yapışmamak lazım. Tehlikeleri kısmen yaşamanın faydalarıda olacaktır. Diyorum ki neden şonuç odaklı düşümeyi bırakalım. Bunu arasıra yapınca  zevkli olacaktır. Çünkü tehlike ortadan kalkacaktır. Kortuğumuz şey başımıza şu nedenle veya bu nedenle gelmiyor. O yüzden olacaksa onu engelleme şansımız yok. Varsa da bu koşmaca veya nedenleri ortadan kaldırarak değil. Çaba göstermek boş olacaktır. Tedbir almak gereksiz çabadır. Sonra aciz olduğumuzu kabul edelim. Kendimizi acaip bir konuma getirmeyelim kafamızda. Ve tehlike tanımı bu mentalite ile değşecektir. Tehlike diye bir şey yok. Olanlar var ve sen onu sonuna kadar yaşamalı tadını öğrenmelisin. Yağmur bulutlar geliyor diye yağmıyor. Buharlamayı önlesen de yağmur yağacak ise yağacak. Taşı bıraktığında yere düşecek diye bir şart yok. O yüzden şunlar şunlar olursa ben mahvolurum deme. Onlar olsa da sana bir şey olmayabilir. Bu yüzden korkma, bir şeyler kafanda gelecek ile ilgili endişe oluşturmasın. Gelecek de ne olacağı şu an dünyada ne olduğu ile alakasız. İşe yararsa bir çocuk gibi nedeni nasılı olmadan iste, dua et. İsteklerinde olabildiğince bir tedbir peşinde koşma derim. Bu seni daha memnun etmeyecektir. Ama mümkün olduğu kadar. Zaten dünya fiziksel bir şey değil. Senin bir şekilde algıladığın şeyler diyelimki sinyallerin senin tarfından yorumlanması. Görüdüğün duyduğun ne varsa bir yasıma kendi vücudun bile. Sen üç boyutlu dünya içinde değilsin. Dünya senin içinde bir şeylerin yasıması. Herkesin ayrı bir dünyası var aslında. Renk körü ve olmayan için dünya aynı olabilir mi? Renk körü olmak gözünle ilgili bir sorun olmadığı gibi, gözündeki bir sorunu çözen göz doktorunun müdahalesi değildir. Nedenler-sonuç ilişkisi de dünyanın kendisi gibi bir yansımadır. Asıl kendimizde olan değişimin bir yansıması. Haddimden büyük laflar ettim ama düşünmek gerek. 

  • Bir şeylere bakarken kafamızda oluşan hayaller genelde bir şeylerden nasıl sakınabileceğimiz üzerine oluyor. Gördüklerimiz kafamızda olası tehlikelerin hayalini gösteriyor. Kale almamak gerek.

  • Gördüğümüz herşey kafamızda bir imaj oluşturuyor. Biz tepkimizi (korkmak olsun, üzülmek olsun...) onun imajına karşı veriyoruz. Yada çağrışımların kafamızda oluşturduğu tehlike algısı veya hedef gibi öğeler. Oysa gerçekleşenler hissettiklerimiz onların imajlarından bambaşka.

  • Güven duymak için gerekli olduğunu zannettiğimiz yada öğrendiğimiz alışkanlık edindiğimiz şeylere erişmek mümkün olmadığında kendimizi o konuda etkin karaktere yaklaştırmaya ve bir şekilde birliktelik sağlamaya çalışıyoruz. Bu çok zaman başkasının sempatisini kazanmaya çalışmak şeklinde oluyor. Her tehlike tedbiri için başa çıkamayınca başkasının himayesini arıyoruz. 

  • Herkes kendisine teba oluşturmak ve geliştirmek eğilimindedir. Bir çok hevesimiz, endişemiz bu tebayı geliştirmek veya korumak içindir. 

  • Özel olduğunu hissetmek istiyor insan sürekli özel olduğu yerde kişilerle bulunmaya çalışıyor. Özel değerli kişi olduğu düşüncesinin pekişeceği yerler. Bu tabi derininde daha farklı bir noktadan beslenen bir durum ama şimdilik böyle bir gerçek var.  Galiba insan varlığını anlamlı kılmaya çalışıyor.

  • Belirsizlik insanı en korkutan şey. Bazı süreçlerden hiç memnun olmasak da vazgeçemeyişimizin nedeni belirsizlik korkusu. Üniversiteyi bırakırsam ne yapacağım? İşi bırakırsam ne yapacağım? Bu tür sorular.  Hayatın kendisi de belirsizlik üzerine kurulu ve hiç bir anlam yüklenemiyor. Hayatımız belirsizlik ve anlamsızlıktan kaçışla geçiyor. Hayatımıza var olmaya bir anlam veremediğimizden oturup kendimize misyonlar ediniyoruz. Kimisi kısa vadeli kimisi uzun kimisi de süresiz. Sonra da bu misyonların peşinde koşarak hayatı tüketiyoruz. Böylece bir anlam kazanıyor yaptığımız ettiğimiz. Otu çöpü kutsallaştırıp varlığımızı, hayatımızı ona harcıyoruz. Misyonumuzda bir belirsizlik oluştuğunda panikliyoruz buna felaket kötü vs. isimler takıyoruz. Çünkü en kötüsünü yaşıyoruz. Anlamsızlık ve belirsizlikle yüzleşmek zorunda kalıyoruz. Genelde insanlar böyle durumlarda misyonunu değiştiriyor. Başka şeylerle oyalanıyor. Belirsizlik oluşmaması için misyonların tamamı uzun vadeli yada süresiz olamaz. Kısa vadeli misyonlar olmalı ki insan misyonların tamamlanabildiğini görmeli belirsizlik hissine kapılmamalı misyonu sorgulayıp anlamsız olduğunu farketmemeli. Eğer hiç bir şey yapamazsa oyun oynar en iyi yaptığı şeyi çok gerekli görmesede yapar ki misyon tamamlayabildiğini görsün. Kendisini bu yolda yürür hissetsin.