15 Ekim 2014 Çarşamba

Fasulyenin Faydaları-7

  • "Character armour is a fixed ego structure - an inflexible, defensive way of thinking about ourselves and similar inflexible, defensive way of behaving. The behaviour of the armoured individual could be described as stereotyped or habit-around."

  • İnsan çok zaman saldırgan ifadelerini törpüler. Bu da öğrenilmiş bir davranış kalıbıdır. Bunu yapmadığı zaman çok rahat hissedecektir. 

  • "The conscience is the code of the society internalised as part of the individual's ego... The pain we felt when our behaviour conflicted with the rules of conscience is what we call guilt."

  • "Because the rules of this society were principally those of the females who kept home together, the men began to become more and more prone to feelings of guilt about their competitive hunting lifestyle." 

  • "Love is when we are really with another person rather than somewhere else in our head. Love is characterised by paying attention and being spontenous. When we are open to love every interaction with others changes us.We are closed off to love when our behaviour is stereotypical, when rigid character traits and ways of expressing ourselves interfere with open, spontaneous communication.This happens when our ego is insecure, caught up in attempts at self-justification, and when we feel the need to repress our feelings, whether of anger, grief, sexuality or whatever, and are afraid to be spontaneous lest it release those scary feelings"


  • Başına istemediğin bir şey gelir ve hemen kafan çalışır kendini suçlarsın şunu şunu yapsaydım bir şey olmazdı diye ve bu seni daha kötü hissettirir. Kendini suçlamanın sana zerre kadar faydası yoktur. Hayatımızda hemen herşeyi yapabileceğimize dair bir inanç var günümüz insanında. Her şey olabilir her şeyi yapabiliriz. Eğer istediğimiz şey olmadıysak veya bizi cezbeden bir şeye sahip değilsek bu bizim suçumuz diye düşünüyoruz. Korktuğumuz kendimizi suçlama veya hata yapma olasılığımız. Eğer seni cezbedecek şeye erişemiyorsan bu tamamen sendeki bir eksiklikten kaynaklanıyordur. Aptalsındır, enayisindir, tembelsindir, çekingensindir falan da filan işte. Sonrası kendini düzeltme çabaları. Nede olsa her gün önüne götünü kaldırıp kendine çeki düzen versen nelere sahip olabileceğinin örnekleri sunulur. Bir zamanlar senden bir farkı olmayan adamlar şimdi nelere sahip ve neler başarmış ve nerelere gelmişken sen onlardan geri kaldın yada reklamlar ve haberler ve dedikodularda azcık bilmem ne yapsam nelere erişebileceğine dair hikayeler dolanır. Hep sen suçlusun. Artık ızdırap o cazip konuma mallara başarıya v.s. sahip olmak değil herhangi birisinden azıcık bile eksik kalmak korkusudur. Aslında biliriz o kadar eksik olmaktan bir şey olmaz ama işte bu bizde eksiklik olduüğunu gösterir işte. Kusurluyuz. Kendimize kızarız. Her anımızda bir şeylere erişmeye çalışırız ama yine de eksik bir şey kalır ve depresyon forever. Çok fazla gördüm kendisinin eksik olamdığını ve diğerinin sahip olduğundan daha iyisinin kendisinde olduğunu ispata çabalayan hıyar. Benim arabam daha ucuz ama onunkindeen bilmem nesi daha iyi yoksa varya diye yırtınır meselea.Tek gaye işte eksik veya geride olduğunu kabul etmemek ki böylece kendisinde kusur bulmasın. Bulursa kendini suçlayacak ve yeni bir yapılanma sürecine girmek zorunda kalacak. Bunun anlamı uzun bir içe kapanık, bunaltıcı dönem.

  • "What causes the really deep scars is self-blame and the ego insecurity and thus obsession with self-justification and questions of self-worth that it engenders." 

  •  "Compassion is nothing more than projected self-pity, we do not develop the ability to feel compassion until we become a neurotic adult."

  • "The big problem with the introverted approach to life is that one tends not to allow oneself an outward expression for frustration, in the form of competitive activities or angry outbursts or whatever." 

  • "...the memory of rejection keeps us going back and re-enacting the moment, preferably in some context in which we can feel accepted." 

  • "When armouring is in place, the individual can not interact truly spontaneously with their environment.Much concentration is needed to maintain the armouring. And the armoured individual can only respond within the bounds of their stereotyped behaviour." 

  • "It is not unfair to speak of the armoured individual as being less alive than unarmoured individual, if we judge aliveness in terms of sensory aliveness, freedom of thought and capacity for spontaneous interaction with others and the environment." 

  • "Our basic physical needs are a very small subset of what we consume. Our psychological needs determine most of our consumption." 

  • "When we are armoured we can't get as much enjoyment out of the things that we have and therefore we need more. And we are less flexible in what we chose to consume. Materialism is a poor substitute for other social forms of enjoyment. When we are not locked up ourselves we will find that we can have more fun interacting with others than we can polishing our trophies."

  • "If the experience was inflicted on us by a person who is no longer present or the result of situation we are no longer in, then that individual or situation is no longer the source of our suffering. We are suffering because of the nature of our thinking about that event. We are torturing ourselves for no good reason, since the past cannot be changed" 

  • "If we are caught up in "if only" thoughts or self-recrimination, then we can prolong our suffering indefinitely" 

  • "Pleasure is healing... The path towards freedom from needing things is to enjoy them more."

  • "The truth will set you free. If you can find a way of doing it which feels non-threatening to you, telling truths about yourself which you have previously hidden can be tremendously liberating."

  • "The door to heaven is open to us at any time we are willing to accept that we are of absolutely no importance. The bars of our own hell are our attempts to justify ourselves or prove our self-worth." 

  • Kıskançlık kendine kızmaktır. Şimdi örnek vermeye üşeniyorum.


  • Sorun kendini suçlamak. Bir çok insan bir çok konuda hata yapabilir. Hata yaptığını kabul etmek ne kadar doğruysa, yaptığın hata için kendini suçlamak da o kadar yanlıştır. Mutlu başarılı insanların özelliği budur.

  • Yaptığın, yapmadığın hiç bir şey için kendini suçlama. Hatta kendini suçladığın için bile kendini suçlama. 

16 Eylül 2014 Salı

Fasulyenin Faydaları-6

  • Karakter oluşumunda reddedilmenin yerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Reddedildiğinde insan çıkarımlarda bulunuyor. Açıklamalar getirmeye çalılşıyor. İlk olarak daha önceden yaptığı çıkarımların oluşturduğu teorilerle reddedilişini açıklamaya çalışıyor. Bunlar açıklamaya yeterli oldukça güçleniyor. Bu teorilerin vazgeçilmezliği artıyor. Bu teorilere göre reddedilmemek üzere davranışlar belirleniyor. Açıklanamayan, geçerli kabul edilen teorilerle açıklanamayan reddedilmeler ise yeni teorilerin türemesine neden oluyor. Böylece yeni çıkarımlarda bulunuluyor. Teorilerin, çıkarımların doğruluğuna inandıkça, istekler bu teorilerin filtresinden geçiriliyor. Reddedilmeye neden olacak istekler bastırılmaya, yada yasaların kenarından dolaşmaya çalışan muhasabaci gibi kenardan kıyıdan istekleri yerine getirmeye çalışılıyor. Ayrıca net olan bir şey ise reddetmeyenlerin de reddedilmesi. Yani toplumun reddettiklerini reddetmemek reddedilmek için bir nedendir. Belki ilk öğrenilen teorilerden biri budur.

  • Reddedilmeyi kabullenmek zordur. Aklımızdan kolay kolay çıkmaz.Tekrar tekrar o anı yaşarız. Buna aklileştirmenin bir yolunu bulmaya çalışırız. Bunun üstesinden gelmek için bir teori üretmeden kurtulamayız.Aynen damağımızdaki yara gibi, oynamasak kendiliğinden geçecek ama duramıyoruz. Reddedildiğimiz ana dönüp tekrar tekrar en kabul edilebilir şekilde yaşıyoruz. Hayalimizde reddedilmeyeceğimiz şekilde yeniden yaşıyoruz.

  • Üzerinde düşünülmesi gerektiğini düşündüğüm bir konuda savunmasızlık hissi. Nerden doğar? Ne tetikler? Nelere neden olur? Günlük hayata ve topluma yansıması nasıldır?  


  • İnsan kendini saldırılara açık ve savunmasız hissettiğinde, enerjisinin büyük kısmını tehdit algılamaya ayırıyor. Durup dururken bitkinleşiyor, isteksizleşiyor. 

  • Olabildiğince yaşadığın anın, sahip olduklarının, yaptığın şeyin tadını çıkarmaya bak. Bir de kendini eleştirme, aksine şımart. 

  • Bir şey zoruna gittiğinde olan muhtemelen şudur. Sen yerine getirdiğin sorumluluklarından sonra başkalarından da aynı sorumluluğu sana karşı yerine getirmesini beklersin. O yerine getirmeyince zoruna gider. 

  • Diyeceğim şu ki yaptığın veya yapmadığın hiç bir şey için kendini suçlama. Suçluluk hissi seni yanlışa yönlendiren. 

  • Türkçe yazıyorum ya niyeyse direk alıntılıyorum. "we need to convince the world that we are sexy or strong or cool so that we can feel good about ourselves, but we wouldn't feel so bad about ourselves if it weren't for the fact that we know that this front is a hollow lie"

  • "Our ability to identify with an archetypal character depends on our own psychological struggle" 

  • "In active form we feel compulsion to try to control others who represent to us that which we fear in ourselves. And we strive to accumulate material wealth as a way to compensate for poverty within, the lack of self-acceptance, the self-loathing. Fearing ourselves we come to fear and need to control others. Feeling worthless we become obsessed with physical evidence of our worth. In passive form our neurosis is expressed in submission and conformity . No  accepting ourselves we crave acceptance of others, even at the cost of our own degradation"

  • "When we are depressed, even little things require a great effort." Bu rahatsızlığın ip ucu işte. "depressed individual fights a inner battle which requires as much strength as climbing a mountain does from the mountainer we call a courageous hero."

  • "Depression is a kind of black hole in the heart arising from lack of self-acceptance. It doesn't affect only those of us who are diagnosed with it. Each of us tries to fill that black hole with something - drugs, material consumption, sex ..." 

  • "The key to mental health is unconditional self-acceptance. If our acceptance of ourselves is dependent on whether someone lese loves us, our school grades, whether we drive a flash car, etc., then it will always be tentative and the black hole of self-doubt will continue to sap our energy, creativity adn joy in life." 

  •  "We feel that we are supposed to feel guilty if we make a mistake or accidentally hurt someone's feelings. We feel we would be heartless or selfish if we didn't have these feelings. But the truth is that guilt is a profoundly selfish emotion. When we feel guilty it becomes all about us. Am I good enough? Our attention is on ourselves not those we feel we have let down. This is natural. Selfishness is the natural self-directedness of the suffering individual. Make ourselves suffer and we will make ourselves more selfish. If we want to not be selfish, then we have to let go of guilt and practise unconditional self-acceptance. We always do the best we can in the circumstances. What keep us from doing better is that we won't accept this."

  • "An individual at war with themselves is easily dominated or controlled by others... We may feel that there is within us a battle between the desire to do things we feel right and the desire to do things we feel wrong.The battle of good and evil" 

  • "... learn to relax and be simply who you are and not who you think you should." 

  • İnsan tehdit algılıyor. Sonra buna karşı tedbir olarak bir davranış geliştiriyor. Buna da karakter diyor. Tedbirin hangi tehdit için olduğu unutuluyor. Ama bu kez bu tedbiri ortadan kaldıracak bir tehdit algılandığında buna karşı yeni bir tedbir geliştiriliyor. Algılanan tehdit arttıkça tedbirler hayatı belli bir rutin içinde yaşamaya ve bu rutinin bozulması tehditini ortadan kaldırma çabası ile devam ediyor.

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Fasulyenin Faydaları -5

  • Bir yerde okudum. "Duygular her zaman vardır ve otomatik tepkileri belirler. Bu otomatik tepkileri kontrol etmenin bir yolu kendinin farkında olmak(self awareness)... Bu tepkileri durdurmanın bir yolu, bir an için durmak, yavaşlamak, düşünmeye başlamak ve bilinçli olarak tepki vermek. " Aslında İngilizce. İyi çeviri yaptığımı düşünüyorum.

  • Alain de Botton- Felsefenin Tesellisi: Seneca'ya göre, bizi çevreleyen inatçı, katı dünyayı verdiğimiz tepkilerle, öfke krizleriyle, kendine acıma duygusuyla, huzursuzluk, tatsızlık, dediğim dediklik ve paranoyayla daha da çekilmez kılacağımızı öğrenebilseydik, belki bilgeliğe biraz yaklaşmış oluruz. 

  • Hepimiz büyümüş rolü yapan çocuklarız. 

  • İnternette okuduğum bir yazıdan ilham aldım. Bizler kendimizden memnun olmak için kriterler koyuyoruz. Mesela başarılı olmak, yada belli bir dereye kadar statüye sahip olmak gibi. Bunlar bizim doğamızda olan kriterler değil, aksine sonradan içinde yaşadığımız toplum tarafından bize öğretilen kriterler. Bu gibi kriterler bizim karakterimizi, kimliğimizi oluşturuyor. Gerginliğimizin, endişelerimizin, saçma tavırlarımızın, gel-gitlerimizin nedeni işte bu kriterler. Öğrenmemiz gereken bunları yerine getirmeden de kendimizden memnun olmak. Yaşadığımız hayatı tad alarak yaşamak. 

  • Tercüme yapacağım. "Koşulsuz kendinden memnuniyeti tekrardan kazanmak,kendimize yaptıklarımızdan, hissettiklerimizden, düşündüklerimizden, sahip olduklarımızdan, başkalarının bizim hakkımızdaki düşüncelerinden bağımsız olarak kabul edilebilir  olduğumuzu sürekli hatırlatmayı içerebilir" 

  • Terrcüme:"Kendini kabul etmenin kısayolu çokca çok kötü şeyler yapmanın arkasındaki motive edici güçtür." Yani sırf öylesine kabul edilemez bir şeyler yapıp yine de kendinden memnun kalmak, rahatsızlık duymamak. 

  • Tercüme: "Mutluluğun anahtarı, akıl sağlığı,mutlaka olduğun gibi olmak, ve koşulsuz kendini kabuletmek. Paradoks sorunlarımızın çoğunun, kendimizi geliştirmeye çalışmak, düşüncelerimizi sansürlemek,geçmiş kötülüklerimizi düzeltmek, depresyon ve saldırganlık gibi olumsuz duygularımızla mücadele etmek yüzünden oluşmasıdır." 

  • Bezan işleri berbat etmekten, elime yüzüme bulaştırmaktan korkuyorum. Vücudum bile geriliyor. Kafamda sürekli nasıl yaparım da hata yapmam diye fır fır düşünceler dolaşıyor. Başka bir şey görmüyor duymuyorum. Hiç bir şeyle gerçekten ilgilenmiyorum. Tabi kafaya taktığım iş haricinde. İşte bunun idealin peşinde koşmaktan kaynaklandığını düşünüyorum. işin bir ideal hali varmış gibi, onun peşinden koşuyorum. Olabilse daha güzel olan, olduğu kadarı olması aslında. Başarmak başarmamak çok da fark edecek değil. 

  • Toplumlar biraradayken güçlü ve güvende hissederler. Bu yüzden her birey birlikteliği korumak üzere yetiştirilir. Anneler çocuklarına toplum düzenine uygun davranmak üzere eğitim verirler. Toplum da birliktelikten uzaklaşan bireyleri cezalandırmaya başlar. Babalar ise neneler ve daha önceki neneler tarafından yetiştirilmiş düzen koruyuculardır. Insanları telaş ve paniğe sürükleyen düzenin bozulmasıdır. Düzenin adil olması vesaire önemli değildir. Bu yüzden telaşlanılan dönemler. Toplumda hakim olan bir düzenin olmadığı savaş, ihtilal gibi dönemlerdir. Padişahlık ile yüzlerce yıl geçirmiş toplum için en önemli şey bu düzenin sürmesi kaos olmamasıydı. En tuhaf günler ise mutlaka ki savaş dönemleriydi. İnsanlar için tek soru muhtemelen yeni kurulucak düzenin hangisi olacağıydı. Padişah, işgal veya cumhuriyet. Hangisi olursa ona uyum sağlayacaklardı. Yeter ki düzen olsun. Yıllarca padişahlık ve din tabanlı eiğitilen çocuklar şimdi cumhuriyet bozulmasın diye eğitildi. Sonuç olarak anlatmaya çalıştığım insanların en büyük kabusunun kaos olduğu, bir şekilde toplumda bir sistem kurulması ve nasıl kurulursa kurulsun orada yer almaktır. 

  • Bu arada insan vijdanı da yaşadığı toplum veya toplumların düzenini ayakta tutmak üzere gelişmiştir ki insanların sivrilen duyguları törpülensin bastırılısın. Böylece sorun olmadan toplum bir arada kalsın. Tabi haksızlar da denemez. Ne kadar birlikte hareket edebilen düzenli toplum varsa hep diğerlerinden güçlü ve güvenli olmuşlardır. Bu sosyala alanda güvenlik ve özgürlük dengesini ortaya koyar. Bireysel yaşamda ise bastırılımış duygular, anlamsız davranışlar, bilinçaltı karmaşası, problemli insanlar. Bu gösteriyor ki toplum düzeni korurken bireyin özgürlüğü konusunda çok hassas olmalıdır. Olmadığı takdirde sağlıksız bireylerden oluşmuş sağlıksız bir toplum olacak ve çatışmalar bitmeyecek, ufacık nedenlerle birbirine girecektir.

  • İşin en garibi de toplumun bireyin özgürlüğünü kısıtlamasında ilk aracı ailedir. İnsanı en çok sevdikleri yaralıyor. Ve bu çift taraflı işliyor. Hepimiz bir şekilde birbirimizin gardiyanı gibiyiz. Farklılıklar toplumun bozulması riski yaratıyor ve biz en ufak farklılığa tahammül edemiyoruz. Ailemize baskı yapıyoruz. Onların istediğimiz gibi olması, bizim idealimize göre hareket etmesi, acı çekmemesi (ki acı çektiren toplumdur ve bizizdir), kafamızda var olduğunu kabul ettiğimiz toplum yapısına aykırı topluluklardan uzak durmasına çabalıyoruz. Aksi olunca biz de cezalandırıyoruz. İşte bunlar hep eğitim. Oysa yaşadığımız toplumda en ço ksorun çıkaran insanlar bu baskılardan bunalmış bireylerin bulduğu ilk fırsatta agresif olarak özgürlük yaşamaya başlamasıdan başka bir şey değil. 

  • Ayrıca not düşmek gerek ki, toplum düzeni derken, toplumun stabil kalması demek isterim. 

  • Aynı konuya ek olarak, dinlere bakıldığında insanları toplum stabilitesinin geliştirdiği baskılara karşı bir biretsel özgürleşme olarak ortaya çıktıkları görülüyor. Yani en azında din kitaplarına bakıldığında bireyi özgürleştirici bir eğilim var. Sorun bu kaynağında toplumu bir arada tutmak için kullanılması ile dinin yeni düzenin bir baskı aracına dönüştüğünde ortaya çıkıyor. 

  • İnsanların baskılanmış ve belkide bu yüzden oluşan saldırgan arzularını bir şekilde yerine getirmeleri gerekir. Bu zaman zaman bireysel patlamalara yol açtığı gibi, zaman zaman da toplum olarak katli vacip biri, yada bir çeşit düşman gereklidir. Toplum bir başka toplumu düşman edindiğinde onun bireylerine karşı yada onun bireyi varsayılan birine karşı rahatlıkla saldırgan davranıp rahatlayabilir. Yani bir çeşit kum torbası. 

  • Bariz bir toplum baskısı yoksa kendine eziyet etmenin anlamı yoktur. Tamamen özgür olabilirsin. Kafandaki tüm kurallar toplum stabilitesi içindir.  Bu yüzden hayattan tad almak istediğinde ve net bir tehdit görmediğinde bütün kuralları yıkabilir ve özgür olabilirsin. Bütün kurallar toplum tarafından stabil kalabilmek için geliştirilmiştir. Hatta özgürlüğün sınırının başkasının özgürlüğü ile sınırlandığı bile toplum stabilitesini sağlamak için geliştirilenlerdendir. 

  • Duyarlı olmak gereği de toplum tarafından bizim karakterimize işlenmiş unsurlardandır. Küçük bir ayrıntıyı belirtmek gerek bahsettiğim duyarlı olmak değil, duyarlı olmak gereği. Fark şöyle anlaşılabilir. Bir insan bir konuda duyarlı değil ise değildir soru yaratmaz. Fakat duyarlı olma gereği duyuyorsa ve duyarlı değilse suçluluk duyar ve kendini baskı altına alır. Bu da kafamızdaki hapishanemize bir parmaklık daha ekler. 

  • İnsanlar özellikle çocukluklarında aşamadıkları baskı veya anlamlandıramadıkları tepkileri gibi doğuştan gelen özgür ruhun çaresizliğini karakterine aşılayarak dışardan gelecek tehditleri bertaraf etmenin yoluna giderler. Böylece yaşadığımız çevremiz bir anlamda bizim karakterimizin en büyük parçası oluverir. 

  • Çocuklukdaki şekillendirmelerden biri de koşullu sevgi göstermek. Bu hem çocuğu narsist yapıyor. Baskıdan da kötü sanki. İkincisi de aynen baskı da olduğu gibi insanların özgür ruhunu hapseder. 

  • Toplumdan sakladığını farkettiğin duygularını ve düşüncelerini kendine ve özellikle başkalarına itiraf etmek senin kafanda özgürleşmene yardımcı olacaktır. Çünkü her saklama senin kendi özüne karşı toplumun senin karakterine işlediği bir parmaklıktır. Ne zaman ki bir şey saklıyorsan, bu parmaklıklara çarpmışsın demektir. Ve sen bunu itiraf ettiğinde artık o parmaklık kalmamış olur. Özgürlüğe bir adım atmış olursun.

30 Haziran 2014 Pazartesi

Fasülyenin Faydaları -4

  • Kaybetme cesareti lazım.

  • Bu gün ekşi sözlük'te okudum. Korkmak bilincin bedene ben bununla başedemiyorum, al sen hallet demesidir gibi bir şey yazıyordu. Bu tabi ki arada alur ama, alışkanlık olmaya başladığında sorun olacaktır. Kontrolü sık sık devretmemek gerek. 

  • Bir sorunla karşılaştığında, bilinçaltın hemen atılıyor. Tepki vermeye kontrolü ele almaya çalışıyor. Bilinçli olarak mantıkla soruna yaklaşmazsan, bilinçaltın kontrolünü ele geçiriyor. Daha önce de bahsettiğim gibi otomatik, şartlanmış, yavaş öğrenen ve hızlı tepki veren bilinçaltı çok zaman yanılıyor.

  • Yavaş yaşamın bir yönü isteklerine, endişelerine yönelik eylemlerinde acele etmemektir. Tepkilerinde, eylemlerinde sabırlı olmak, fırsatları değerlendirmekte telaş yapmamak.  

  • Telaş hep fırsatı kaçırmak ve geride kalmak korkusudur. Acelemiz hep bunlar. Geride kalmak ve statü kaygısı aynı şey. 

  • Herhangi bir şeye önem verdiğinde onunla ilgili şartlanmış oluyorsun. Ona yönelik aşırı hassasiyet gösteriyorsun. Bu da seni telaşa paniğe sürüklüyor. Böylece önem verdiğin konuda hata yapma olasılığın artıyor. 

  • Önem vermek kendini hata yapmaktan korkmak, tekdüzeliği muhafazaya çalışmak şekillerinde gösterebilir.Aşırı endişe, kaygı ve paranoyaya neden olabilir.  

  • Giriştiğin her işte başarılı olma kaygısına ne demeli. Aynı şekilde başarılı olmayacağını düşündüğün işe girişmemek. Nereden geliyor bu endişe? Mükemmelliyetçilik mi? Dışlanma korkusu mu? Çocukluktan kalma bir şey mi? Kendini olduğundan değerli gösterme kaygısı mı? Övgü alma hastalığı mı? Eleştirilmekten korkmak mı? Yüceltilme kaygısı mı?  

  • Endişeliysen, gerginsen ve bunu üzerinden atamıyorsan bırak kalsın. Bir de bunun için kasılma. Gergin devam et. Bunu bile kabullernmek bir ölçüde rahatlama getirecektir. 

  • Her olaya çok önemli, ölüm kalım meselesi, eğer istenildiği gibi olmazsa felaket olur gibi bakarsın hayatın kabus olur. Hayatında bir çok şey, ciddiye alınacak kadar önemli değil, hafife alabilirsin. Kontrolünden çıkmasına izin verebilirsin. Üzerinden hata yaparsam biterim psikolojisini atmalısın. Başarısız addedilsen ne olacak, arkadaşını kaybetsen ne olacak. İşinde başarısız göründün, bırak öyle görünsün. Bırak, çok zaman bırak, tutma, yerleştirmeye, şekillendirmeye çalışma. Çok da üstüne düşme. 

  • Bazen kötü hissedersin bir şey yapasın gelmez ama insanların beklentileri vardır. Kafanın içinde çınlar durur. Tehdit algılarsın. Bu seni biraz daha paralelize eder. Kaskatı kalırsın. Kendini zorlamak bir şeyler yapamak istersin üzerindeki baskıyı azaltmak istersin. Halin yoktur yapmak bin kat daha zorlaşmıştır. Boşvermek istersin tehdit algın seni yiyip bitirir. Hiç bir şeyden tad almaz olursun. Kafan hep oradadır. Yoluna koyamazsın, görmezden de gelemezsin. Boşver der durur Miskin Hayvan uğraşırsın boşveremezsin bile. Her yerden yardım destek beklersin. Bir umut ararsın bu kısır döngüden çıkacak. Bazen olmaz işte. Ne yapsan olmaz. Bitkinleşirsin. Bıkkınlaşırsın. Her şey üstüste gelmeye başlar. Başka beklentileri de yerine getiremezsin. Sonra bilmiyorum yok olmaya doğru ivmelenirken birden iyi olursun, iyi hissedersin. Birden herşey kendiliğinden yoluna girer. Birden gözünde Himalayalara dönen sıkıntıların, çocuk oyuncağı görünür. Ne olur nasıl olur bilemzsin. Olur işte.  

  • Kendini zorluyorsan. İstemeye istemeye bir şeyleri yapmaya çalışıyorsan yada bir şeylere katlanıyorsan. Acı çekmediğin halde mutsuzsan. Bir şeylere tutunmaya, bağlanmaya, kopmamaya çalışıyorsundur. Bırak olsun diyememişsindir. Ya da olmazsa olmasın. Hala olası durumları düzenleyebilmek için kendini kasıyorsundur. Sınıfta kalmamak için uğraşıyor olabilirsin; işinde tutnmaya yada yükselmeye çalışıyor olabilirsin; saygınlığını kaybetmek istemiyor olabilirsin. Bunlar bir kaç örnek. Sınıfı geçemedin diyelim. Ve geçmek içinde kendini zorlamadın ayrıca. Ne olur okul uzar ailen kızar. Yaptırım uygularlar. Ama sen zaten kendine baştan yaptırım uyguluyorsun. Buna rağmen hala sınıfı geçememe ve ailen tarafından tepki görme ihtimalin var. Hatta kendini bu kadar kasıyor olman stres nedeni ile sınavlarda başarısızlık olasılığını da arttıyor. Bu şekilde tepki görmek insanın daha da zoruna gider. Hayat adil değil dersin işte o zaman. Oysa sınava canın istemedikçe çalışmadıysan. Yada ilgini çekmeyen derslere sorlamadıysan. Zaten senin ilgilendiğin bir alansa derslerin zevk verecektir. Ama fedakarlıkda bulunmadığın şeyin senin için o kadar önemi yoktur. İşte korkular hayatı böyle çekilmez hale getirir.

  • Yalnız karıştırmamak gerek. İlgini çektiği için yorgun argın saatlerce bir şey ile uğraşmak, ile endişelendiğin için aynı şeyi yapmak karışabilir. Belki bazen her iki durum da vardır. Ayırdetmek için şöyle bakılabilir. İlgi ile yoğunlaşılan çabaya ara vermek çok kolaydır. Böyle bir kontrol yapılabilir. Yada vazgeçebilmek. Yani vazgeçmeyi aklınızdan geçirdiğinizde, ne hiddediyorsunuz. Eğer vazgeçebiliyorsanız. Sorun yok. Ama vazgeçtiğinde bir tedirginlik sarıyorsa o zaman korkuyorsundur. Bunnu denemek lazım arada uğraştığın şeye ara verip ne için yaptığına bakmak gerek. Çünkü korku motivasyonlu hayatın sürdürülebilirliği azdır. 

  • Derdin, tasan, endişen, kaygın, hedeflerin, planların, v.s. yaşam sevincini yok etmesin. Hayattan tad almaya devam et. Arada kafanı kaldır. Suyun üstüne çık. Ve nefes al. Sonra yine dalarsın meselelerine. 

  • Hayatın amacı ölmemek olabilir mi? Ne kadar saçma! Ölememeye çabalıyoruz ya sanki ilelebet başarabilecekmişiz gibi. Eninde sonunda olacak işte. Ötelemeye çalışmanın anlamı ne!

  • Kendine değer vereceksin. Ne olursa olsun kendine verdiğin değeri azaltmayacaksın. 

  • Geleceği düşünmekten insan gününü yaşayamıyor. Beklentiler endişeler derken hayat bitiyor. Keşkeler başlıyor. 

  • Şükretmek halinden memnun olmaktır. Ağızdan çıkan iki kelime değil. Yoksa memnun olmadığın bir şey için şükrediyorum demek saçmadır. 

  • Zorunda olduklarını bırakırken, kendi yolunu çizmeli, kendi oyun planını oluşturmalısın. Bu planın sana ait olmasının tek kriteri ise hedefin senin inandığın istediğin şeyler olmasıdır. O yüzden ne istediğini bilmek ve ona yönelik hareket etmek çok önemli. Yoksa zorunda oldukların seni sıkıştırmaya devam ederler ve bir noktada boyun eğersin. 

  • Bir yol haritan olmalı istediğin her bir şey için. Bunların dışında kalanları görmezden gelmek gerek. Tyler Durden'ın mali sistemi çökertmek dışında başka bir şeye önem vermemesi gibi. Ne diyordu "önemsiz şeyleri gözardı edebilme yeteneği". Önemli olan ne peki? Önemli olan ne istediğini bilip onun için bir yol haritası edinmek ve ona göre hareket etmek. Ayrıca istediğini elde edersin veya edemezsin yadan yol haritana uyabilirsin yada uyamazsın farketmez. Bu yolda çaba göstermek zaten bir zevk olacaktır. Çünkü inandığın istediğin bir şey için uğraşıyorsundur.  

  • Bir de her endişe ve panikte aklına ilk geleni hemen uygulama. Önce seni endişelendirenin ne olduğunu bir ortaya koy. Sonra bunun için atabileceğin adımları düşün yada atıp atmayacağını. Çok zaman doğrudan aklımızdaki ilk çözümü uyguluyoruz. Daha endişemizin ne olduğunu bile bilmeden. Sadece etkiye tepki veriyoruz. Otomatikleşmiş davranışlarımız ile. 

  • Başkalarının sana biçtiği değeri kabul etmeyi bırakmalısın.

23 Mayıs 2014 Cuma

Fasulyenin Faydaları -3

  • Hep korktuğumuz endişelendiğimiz bir şeyler var. Hep diken üstündeyiz. Bu hep böyle olduğundan artık farkında bile değiliz.

  • Ne zaman kendini kapana kısılmış. Bir şeyleri yapmaya mecbur veya kısıtlanmış, belli bir duruma maruz kalmak zorunda hissedersen, bırak. Uzaklaş. Ne yapıyorsan, neye katlanıyorsan, neyden çekiniyorsan bırak. Ne olursa olsun.  

  • Tepki çekmeye alışmak gerek. Tepkilere duyarsız kalmayı öğrenmek gerek. 

  • Bir düşün sırf tepki çekmemek için nelere katlanıyorsun.  

  • İnsanı gerçekten endişeler yoruyor. Yoksa oturduğun yerde yorulacak bir şey yok. Ama aynı anda bir kaç yerde birden olup, bir sürü insanla hesaplaşıp, bir sürü eziyete birden katlanıyoruz kafamızın içinde tabi bu kadarına bünye dayanmıyor. Yoruluyor insan. Oturduğumuz yerde kaç paralel geçmişin yarasını sarmaya çabalayıp, kaç paralel geleceğe gidip geliyoruz ve kaç kişinin kafasının içine giriyoruz. Mümkün mü yorulmamak.


  •  İnsanların ard niyetlerinin farkına varmış veya sezmiş olabilirsin. Bence boşver onlar kendi kendilerine yapar yapacağını hiç düşünme bile. Sen buna önem verdikçe sana zarar verebilirler yoksa sana bir şey yapamazlar.

  • Haz peşinde koşmanın amacı, endişelerini korkularını bastırmak ise sorundur. Aksi halde hiç bir zararı yoktur. 

  • Çabalamakta bir sakınca yoktur. Bazen keyifli bile olabilir. Sorun çabanın endişeyle birlikte gelmesidir. Sonuç alıp almayacağının  kaygısını çekiyorsan işte orda kriz doğar. Veya çabanın boşa gidip gitmeyeceğini düşünmeye başladığında sıkıntı başlar. Çaba gösterirken başına gelecekleri savuşturma gayretindeysen, başarısızlık korkusu baş gösterir yada çabanın maliyetini hesaplıyorsan yine kaygılar seni boğar.  

  • Boşverebilmek özgüven gerektirir. Yada kendini güvende hisseden insanlar boşverebilir. Kendine bir dayanak bulamamışsan, güven için tek kaynağın iç dünyandır. İnanç, düşünce ile kendini güvende görebilirsin. Bu ise özgüven sağlar ve rahatça endişelerinden sıyrılabilirsin. Böylece sürekli cama toslayan fare gibi olacağına etrafta gezinebilir ve yolu bulabilirsin. Biz buna boşvermek diyoruz. 

  • Neyi korktuğun için neyi istediğin için yaptığını anlamak, farkında olmadığın baskıları kırabilmek için. Her şeyi boşverip kendini dinlemek gerek. 

  • Bir de gururunun kırılmasından kormak var. Yada birilerinin gözündeki değerini görmekten korkmak. Birisinin sana saygı duymadığını görmemek için uğraşırsın. Bu gerçekle yüzleşmemek için olası durumlardan kaçınırsın. Bu da hayatını kabusa dönüştürür. Oysa kendi değerini başkalarının gözünden görmeyi bırakabilsen çok daha rahat hareket edeceksin.

  • Bir çok sıkıntımız çözmeye çalıştığımız sorunun ne olduğunu düşünmeden çözüme yönelmekten kaynaklanıyor. 

  • Bir şeye ne kadar önem veriyorsan ona o kadar bağımlısındır. Bağımlılığın onun üzerine yoğunlaşmanı gerektirir. Ve bağımlı olduğun konuda endişelerin artar. Ayrıca bağımlı olduğun şeyler arttıkça hareket alanın kısıtlanır daha çok en dişelenmeye başlarsın. Dahası bir şeye ne kadar önem verirsen onun ile ilişkili şeylere de onun kadar olmasa da önem vermek onlarıda düşünmek zorunda kalırsın. Bu yolda ilerlerken de bir bakarsın ki hiç bir yere kımıldayamıyor sinir krizleri geçiriyorsun. 

  • Siktir Et: Ne zaman bir şeyler çok önemliyse, ne zaman kendini gergin, endişeli ve korkmuş hissediyorsanız, sadece siktir et deyin, iç çekin ve nefes verin. İlaç gibi hemen iyileştirir sizi.
  • Siktir Et: Kendini nasılsan öyle kabul etmenin etkileyici yan etkisi vardır; başka insanları da olduğu gibi kabul etmeye başlarsınız. Belki hemen gerçekleşmez ama zaman ilerledikçe etkisini gösterecektir.Çok basit bir nedenden ötürü gerçekleşecektir. Ne zaman başkalarını yargılarsan, bu yargılama kendini tamamen kabul etmeyişinden gelir.

  • Siktir Et: Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüğünü önemseyince, her şeyi kişisel olarak algılamaya başlarsınız. 

  • Siktir Et: Siktir et demek sizi iyi hissettirir. Mücadeleden vazgeçmek, ne hoşunuza gidiyorsa onu yapmak, çevrenizdekilerin sizin hakkınızda düşündüklerini umursamamak ve kendi yolunuzdan gitmek harika bir duygudur. 

  • 15 yıl kadar önce yapmalı etmeli diye bir şey olmaması gerektiği -meli -malı içeren kelimelerin gözardı edilmesi gerektiği anlamında bir yazı yazmıştım. Şimdi bakıyorum hala benzer yazılar yazıyorum. Demek gençlikten bu yana bende değişen pek bir şey olmamış. Bir özgürlük arayışıdır gidiyor. 

  • Endişelenmenin hiç bir yararı olmadığı gibi, zarar vermediği de olmaz. Endişelenmek hayattan tad almanı engeller. Endişe konusu dışında hiç bir şeye odaklanamamanı sağlar. Yarattığı yorgunluk ve bezginlik ile endişenin konusu hakkında bile tam bir çaba sağlanamaz. Bu yüzden endişelenmek yerine, olayların istediğimiz gibi gerçekleşmeme ihtimalini rahatlıkla kabul etmek, hatta bundan bile memnuniyet duyabilmek gerekir. 

  • Siktir Et: İnsanların bir çoğunun sorunu ne yapmak istediklerini bilmemeleridir. Yaratıcı bir şey yapmak, para kazanmak, özgür olmak gibi belirsiz istekleri vardır. Fakat gerçekten ne yapmak istediklerini açıkça belirtemezler. Böylece oradan oraya savurulur, bazı anların tadını çıkarır ve diğerlerinden nefret ederler, fakat hiçbir zaman başarının ve isteklerini gerçekleştirmenin tadına varamazlar.

  • Yıllar öncesinde aldığım bir dersti. İnsanların düşüncelerine aldırış etmeyeceksin, önemsemeyeceksin. 

  • Özgür olmaya başladığında insanları da kızdırmaya başlarsın. Herkesin her topluluğun senden beklentileri vardır. En azından davrnışlarında tutarlılık ararlar ki sana karşı tavırlarını alıp kontrolünü kayetmesinler. Aksi halde korkarlar. Bu da kızgınlık olarak sana döner. Bağıran çağıran sana zarar vermeye çabalayan insanlar olur. Onlar da özgürleşmeye başlasa bu durum ortadan kalkardı ama maalesef öyle bir olasılık görünmüyor. Ama eğer ki onlardan korkarsan özgürlüğü unutablirsin. 

  • Oyalanma veya oyalanacak şeyler arama. Oyalanmak sadece istemediğin şeyleri yaptığını istediğin şeylerden uzak durduğunu özgür olmadığını mutsuz olduğunu, korkak olduğunu  unutturmak içindir. 

  • Bize yıllarca ölçülü olmayı, aşırıya kaçmamayı, fazlasını istememeyi, orta yolcu olmayı öğrettiler. Bu yüzden isteklerimizi bastırdık. İsteklerini bastırmayan insanlardan ise nefret ettik yada aşağıladık.Şimdi kendimizi rahat bırakmanın zamanı geldi. Bari isteklerimizi, hayallermizi sınırlandırmayalım.

11 Mayıs 2014 Pazar

Fasulyenin Faydaları - 2

  • Bertrand Russell: Üzüntüye neden olan şeyin önemsizliğinin ayrımına varabilme durumunda bir çok endişe ortadan kaldırılabilir... Yaptığımız şeyler sandığımız kadar önemli değildir. 

  • Bertrand Russell:Duygusal yorgunluğun kötülüğü, dinlenmeye engel oluşudur. İnsanın yorgunluğu arttıkça onu üzerinden atması güçleşir. Asabi çöküntünün belirtilerinden biri ise, yapılan işin son derece önemli olduğuna ve bir süre dinlenmenin felakete yol açacağına inanılmasıdır... Her olayda sinir bozukluğunun nedeni iş değil, duygusal tedirginliktir.  

  • Bertrand Russell: Endişe bir korku biçimidir ve bütün korku biçimleri yorgunluk yapar. Korku duymayan birisi, fazla günlük yorgunluk duymaz.

  • Bertrand Russell: Erkekte olsun, kadında olsun cesaretin her türü, tıpkı askerin fiziksel cesareti gibi hayranlıkla karşılanmalıdır... Cesaret arttıkça endişe azalacak ve böylece yorgunluk da azalacaktır, çünkü günümüzde kadın erkek herkesin sinir yorgunluğu, aslında büyük ölçüde, bilinçli ya da bilinçsiz korkularından ileri gelmektedir. 

  • Bertrand Russell: Sinirsel yorgunluğun en kötü özelliklerinden birisi de kişi ile dünya arasında bir perde gibi gerilmesidir. Bu durumda  dış dünyanın etkileri kişiye soluk, kısık, cansızlşmış olarak ulaşır; küçük oyunlara ve yapmacık kızgınlıklar dışında kişi insanlara ilgi duymaz. Bütün dikkatini yalnızca bir kaç şey üzerinde toplayıp geri kalanlara aldırış etmeme eğilimi gösterir.

  • Boşvermekte bir istisna yapacağım. Korktuğun, endişelendiğin için boşverme. 

  • İnsanlarda heyecan bağımlılığı var. Yolda makas atanlar falan, hep acelesi olan insanlar. Yerinde durunca sıkılan insanlar. Hep bir heyecan arayışı var. Buldukça dozaj arttırıyor insan. 

  • Hakkının yenmesi endişesi var bir de insanı yiyip bitiren. Her an hakkını yedirmemek için pür dikkat olmak, hakkın yeniyor mu diye sürekli herşeye dikkat etmek hem çok yorar, dikkat dağıtır, hem de yaşamdan tad almayı engeller. 

  • Evcilleştirmede kullanılan yöntem hiç değişmiyor. Cezalandırmak, acı çektirmek. Sonra acı çekmekten korkusu her istenileni yapar hale getiriyor yabaniyi. Bizlerde öğreniyoruz acı çekeceğimizi ne yaparsak, ne yapmazsak acı çekeceğimizi. Bazen de acı çekmeyecek olsak bile acı çekeceğimizi öğreniyoruz. Sanal acılar yani. Kendimiz olamamız işte bu acı çekme korkusundan. Yabani olmak belki de özgürlüğün tanımı. 

  • Yorgunluk fiziksel ise telafi edilebilir ve insanı pek rahatsız etmez. Ama endişeden kaynaklı yorgunluk geçmek bilmez. Dinlenemezsin. Uykun yetersiz olur. Duygusal yorgunluk kadar insanı yıpratan bir şey yoktur. Tek kurtuluş var endişelenmeyeceksin.  

  • Endişeyi tedirginliği bir kenara bırakıp, sadece keyif yaparak, zevk alarak fuygusal dinlenme yapabiliriz. 

  • Bertrand Russell:"İşkence korkumuzun nedeni, yeteneklerimizi olduklarından büyük görmemizdir. Diyelim ki ben bir piyes yazarıyım; üstelik tarafsız kişilerin, çağımızın en büyük piyes yazarı olarak beni gösterdiğni kabul edelim. Ne var ki, bazı nedenlerle piyeslerim pek ender oynanmakta, oynandıkları zaman da başarı sağlayamamaktadır. Bu garip durumu nasıl yorumlayabiliriz? Yönetmenlerin ve oyuncuların şu ya da bu nedenle bana karşı olduklarını düşünürüm ve bu, benim için hemen inanılmaya değer bir neden olur: Tiyatro dünyasının elebaşlarına boyun eğmemişimdir, eleştirmenleri pohpohlamamışımdır, oyunlarımda bazı gerçekler vardır ki, dokundukları kimseleri çileden çıkarmakta ve bu nedenle yeteklerim takdir edilmeden gölgede bırakılmaktadır." Not: Sanırım "işkence" yanlış çeviri olmuş.  

  • Bertrand Russell: Davranışlarımızın asıl nedeni, size göründüğü gibi yardımseverlik eğildir; bunu unutmayın. İkincisi: Yeteneklerinizi gözünüzde büyütmeyin. Üçüncüsü: Kendinize duyduğunuz ilgiyi başkalarından aynı düzeyde beklemeyin. Ve dördüncüsü de: İnsanların çoğu, işkence yapmayı isteyecek kadar sizi düşünmezler.

  • Bertrand Rassell: Hemen herkes için mutluluğun koşulu, çevrenin kendisinden hoşnut olmasıdır. İnsanların çoğu da içinde yaşadıkları çevreden anlayış görürler. Çünkü daha gençliklerinde yoplumun önyargıları ile tanışmışlar, inançlara ve geleneklere uyum sağlamışlardır. Ama kültürlü ve sanatçı yaratışlı olup dünyanın her yerinde bulunan bbir azınlık için böyle bir kabullenme söz konusu değildir.

  • Bertrand Russell: Halk kendi düşüncesine aykırı davrananlardan çok, kendisinden korkanlara zorbalık yapar. Köpekler nasıl ki kendisinden korkanlara daha çok havlar ve saldırırlarsa, insan sürüsü de onlar gibi davranır. Onlardan korkar ve korktuğunuzu belli ederseniz, onlara iyi bir av olursunuz; oysa umursamazsanız, güçlerinden kuşku duymaya başlar ve size sataşamaktan vazgeçerler.

  • Bertrand Russell: Her insanin kendi istediklerini secmeye ve isterse kusurlariyla yasamaya hakki vardir.

  • Mutluluk (aslında hemen her şey) için ilk koşul kendini güvende hissetmektir. Bunun için bir çok koşulun gerçekleştirilmesine ihtiyaç duyar insanlar ve bu koşullar az yada çok kişiden kişiye değişir. Bu koşullar dışında insanda kendiliğinden yada hayata bakışı ile yada başka düşünsel yönelimleri ile oluşan kendini güvende hissetme durumu vardır. İşte bu duruma özgüven denir. Çevresel şartların değişimden en az etkilenen ve kendini güvende hissetmeye devam eden insan özgüveni en yüksek insandır. Bu hayata bir sıfır önde başlamayı sağlar.

  • Özgüven sahibi olmak kesinlikle kendinden emin olmak, yapabileceğine inanmak falan değildir. Özgüven sahibi olmak dış koşullardan, çevresel etkilerden bağımsız olarak kendini güvende hissetmektir. Çevresinde gelişen olaylardan bağımsız olarak güvenlik hissini elde eden insanın çevresindeki tehdit unsurları da giderek azalacaktır. İşte özgüven sahibi insanların başarılı olduğu klişesi de buradan doğar. 

  • Ne çevresinde gelişen olaylar ne de kendi yaptıkları veya yapacakları için tehdit algılamayan insan, özgüven sahibi insandır. Olanlar olacaklar onun güvenliğini tehdit etmez. Bunları tehdit olarak algılamaz. 

  • Olanları, olacakları yargılayıp hemen tepki verme. Bir sakin ol. Sana bir şey olmayacağını kabul et.

19 Nisan 2014 Cumartesi

Fasülyenin Faydaları-1

  • John C. Parkin'in Siktir Et kitabından alıntı: "Çevremizdeki her şey bizi, kendimize yarattığımız hapishanelerin yaşamanın tek yolu olduğuna inandırmak için düzenlenmiş. Halimizden memnunuz, çünkü maddi yönden rahat bir hayat ve herkes aynı gemide kürek çekiyor."

  • Yine aynı yerden alıntı: "Uzun zaman önce hayallerinizden vazgeçmişseniz ve hiç istemediğiniz bir işi yapıyorsanız, size göre olmayan biri ile beraber iseniz, tahmin bile edemeyeceğiniz rutinlerde boğuluyorsanız, sanki başkasının hayatını yaşıyorsunuz gibi geliyorsa eğer, bu durum sizi günden güne çürütür. Bulunduğunuz durum çok tehlikelidir. Asla kendi duygularınızı hissedemezsiniz."

  • Çevrendeki insanların yanlış yolda olması senin meselen değil. Yanlış yapmaları onların problemi, yanlış düşünmeleri de. Bırak insanların kendi yanlışları ile yaşasınlar. Kimseyi düzeltmeye çalışma. 

  • Sana verilen görevleri yerine getirmek seni mutlu etmeyecek. Senin kendi yol haritan olmalı.

  • Bazen başına aksilikler gelebilir. Bazen başına felaketler gelebilir. Bunlar sende bir kusur, bir hata, bir eksiklik olduğundan değil, yanlış yerde yanlış kişilerle birlikte olduğundan olur. Bunlar senin hayatına çeki düzen verirler. Sen ısrar ettikçe aksilikler felakete dönüşürler zaten.

  • Yine aynı yerden alıntı: Aslında spor yapmak ile igili ama genel olarak da düşünülebilir. "Yapmak zorunda olduğunuz fikrinden vazgeçin, istediğiniz zaman istediğiniz şeyi yapın"

  • Kilolu olmama fikrin takıntılı olduğunda, kurtulmak senin için bir ızdırap olur. İşsiz kalmak fikrine takıntılı olduğunda iş bulmak senin için ızdırap olur. Bekar kalmamak fikrine takıntılı olduğunda, düzgün bir birliktelik bulmak ızdırap olur. Bir şey istemek normal ama bunun için kendini zorlamak gereksiz. Rahat olmadan çözüm bulmak ancak daha büyük bir sorun oluşturmadan mümkün olmuyor.

  • Alıntı: "Her şey kendi mükemmelliğinde işliyor. Hayatın gözler önüne serilmiş, güzel gizeminde benim önüme konulmuş her şey aşkla ve benim için kasıtlı olarak sunulur, bu yüzden zor zamanlarda, zor şeylerde ve zor yerlerde beni yönlendiren her ne ise benim ve yolculuğum için doğrudur"

  • Başına gelen hiçbir şey için kendini suçlama.

  • Bertrand Russell, Mutlu Olma Sanatı kitabında, "günahkar olduğunu düşünen kişi ile ilgili: Böyle birisi sürekli olarak kendi hoşnutsuzluğuna hedef olur ... Hayalindeki kendisi ile kendisi hakkında gerçeğe dayanan bilgisi sürekli olarak çatışma halindedir... kişi içten içe çocukluğunda öğretilen yasakları hala yasak saymaktadır: Sövmek kötüdür, içki içmek kötüdür, sıradan iş kurnazlıkları kötüdür ve hepsinin üstünde cinsellik kötüdür."

  • Devam ediyor. "İlkel insanlar iyi avcı olmakla övünürlerdi, ama av peşinde koşmaktan da zevk duyarlardı. Kibir, belirli bir noktadan sonra işten alınan zevki öldürür, bunun sonucu olarak da umursamazlığa ve can sıkıntısına yol açar. Kendini beğenmenin kaynağı genellikle çekingenlik ve sıkılganlıktır; bundan kurtulmanın çaresi ise kendine saygının artmasıdır. Ama bunun da yalnızca dış ilgilerle uğraşlar sonucunda kazanılan başarıyla elde edilmesi gerekir."

  • Potansiyelini gerçekleştirememek endişesi de vardır insanda. Yapabileceklerinin, elde edebileceklerinin, başarabileceklerinin tamamını yapamamak endişesi. Daha olabilecekken bunu atlamak. 

  • Boşver ve mutlu ol.

  • Bertrand Russell:Bir kişi, başarıyı istemekle kalmayıp, bütün benşiğiylebaşarının peşinde koşmanın ödev olduğuna inandığı ve böyle yapmayanı zavallı bir yaratık olarak gördüğü sürece hayatı, mutluluk vermeyecek derecede yoğun ve tedirgin olacaktır.

  • Bertrand Russell: Artık bütün sakin eğlenceler bir yana bırakıldı. 
  •  
     
  • Bertrand Russell: Asıl sorun, hayatı bir rekabet, hem de yarışmayı kazananın saygıyı da kazanacağı bir rekabet olarak gören bir felsefenin benimsenmiş olmasından ileri gelmektedir. 

  • Bertrand Russell: Can sıkıntısına yol açan etkenlerden birisi, şimdinin amaçsızlığı yada çaresizliği nedeniyle atıl bir durumdayken, kaçınılmaz olarak düşünülen güzel anılarla bu durum arasındaki aykırılıktır. Can sıkıntısı için bir başka ortam da yeteneklerin tam olarak kullanılmadığı durumlardır... Can sıkıntısı aslında bir olaylar özlemidir, hem de yalnız hoşa gidecek olaylar değil,bunalım kurbanının bir günü öbüründen ayırt etmesine yardım edecek herhangi bir olayın özlemidir. Can sıkıntısının karşıtı haz değil heyecandır. 

  • Tek düzeliğe alışmak, dayanabilmek, sürekli heyecan aramaktan uzaklaşmak, yani yavaşlamayı bilmek gerekir. Yavaş yaşam denilen işte sürekli dozajı arttırılmaya çalışılan heyecan peşinde koşmayıp tekdüze hayatın tadını alabilmeyi  bilmektir.

  • Bertrand Russell: ...yorgunluk, daha çok endişeden ileri gelir; oysa endişe duymayı, daha uygun bir hayat felsefesi ve biraz daha zihin disiplini ile önlemek mümkündür.İnsanların çoğu, düşüncelerini kontrol etmekte yetersizdir. Yani henüz herhangi bir şey yapamayacakları aşamada, kaygı verici konuları düşünmemeyi beceremezler... Akıllı insan, sorunlarını gerektiği zaman düşünür; başka zamanlarda ise başka şeyler düşünür; gece hiç bir şey düşünmezler... Kararsızlık kadar yorucu ve yararsız bir şey yoktur.

27 Şubat 2014 Perşembe

Leyleğin Ömrü -12


  • Daha önce aşağılayan, azarlayan insanın kendi statüsünü topluma ispata çalıştığını söylemişim ama şimdi daha çok kendine ispatlamaya çalıştığını düşünüyorum.
  • İnsanların başına açılan bir çok bela hakettiğinden fazlasını istemekten kaynaklanıyor. Fazlasını isteyince tabi ki diğerinin hakkına göz dikmiş oluyorsun. Sonrası kavga dövüş.  
  • Daha çok para kazanabilmek için anlamsız bulduğumuz aktiviteler yürütüp önem vermediğimiz ürünler üretiyoruz ki kazandığımız para ile başka birinini para kazanmak amacı ile  anlamsız bulduğu aktiviteler yürütüp, önem vermediği ürünleri alabilelim.
  • Paranoya'da son nokta "Ya çok güldük, kesin ağlayacağız".
  • Hayatı, hayatta yaşadıklarını vs. hafife alacaksın. Hatta bu hafife alma işini bile hafife alacaksın. Ama ilk önce kendini hafife alacaksın.










  • Kendini hafife almak, ciddiye almamak gerek. Kendine çok fazla önem verdiğinde çok acı çekiyorsun.

  • Alain De Botton'un Statü Endişesi kitabından uzun bir alıntı yapacağım: Yaşamımızı büyük ölçüde yiyip bitirebilecek kadar zararlı ve azılı bir korku. İçinde yaşadığımız toplumun bize dayattığı başarı siluetinin içini dolduramadığımız, gün gelip de çaptan düşeceğimiz, bunun sonucunda da itibarımızı ve haysiyetimizi kaybedeceğimiz; merdivenin çok alçakgönüllü bir bassamağında durduğumuz ya da her an bir alt basamağa inme tehlikesini taşıdığımız gibi düşünceleri beraberinde getiren köklü bir endişe.   Statü endişesi; güç kaybetme, kendini işlevsiz hissetme, emeklilik, bizimle aynı sektörde çalışan kişilerle yapılan sohbetler, ünlülerin gazetede yayınlanan yaşam öyküleri ve arkadaşlarımızın bizden daha büyük daha büyük başarılar elde etmeleri gibi öğeler tarafından tetiklenir. Ancak içimizde büyük bir gerilime yol açan bu endişeyi dışavurmak toplumsal açıdan pek hoş kaçmaz, bu yüzden tıpkı (bahsedilen endişe ile birebir alakalı olan) kıskançlık gibi, statü endişesinin de yansıtıldığına pek rastlanmaz. Yansıtılsa bile bu, bir anda dikkatimizin dağılması ve bakışlarımızın dalıp gitmesiyle, zoraki bir gülümsemeyla yada bir başkasının başarılı olduğu haberi karşısında yaşanan uzunca bir sesizlikle sınırlıdır.    Merdivendeki konumumuz bizim için önemlidir çünkü benlik imgemiz(kendimizi nasıl algıladığımız) başkalarının bizi nasıl algıladığı ile birebir alakalıdır. Nadir istisnalar dışında (Sokrates ve İsa gibi) hepimiz kendimize tahammül edebilmek için dünyanın bize saygı duyduğuna dair bir takım işaretler arar, onlara bel bağlarız.    Daha da kötüsü, statü sahibi olmak hele hele onu bütün bir yaşam boyunca aynı seviyede tutmak çok zordur. Statünün doğuştan itibaren damarlarımızda akan soylu kanla sabitlendiği durumları saymazsak, toplumdaki konumumuz elde ettiğimiz başarılara göre belirlenir. Başarısız olmamız ise pamuk ipliğine bağlıdır. Falanca konuda ahmaklık etmemiz, filanca bilgiden yoksun oluşumuz, ülke ekonomisi ya da iş arkadaşlarımızın kötü niyeti bizi kolayca başarısızlığa sürükleyebilir.   Ve bir kez başarısız olduk mu bizi yiyip bitiren bir aşağılık duygusu başgösterir: dünyayı aslında değerli bir varlık olduğumuza ikna edemediğmizi, sonsuza dek başarılı kişileri buruklukla, kendimizi de utançla anmaya mahmkum edildiğimizi düşünürüz.

  • Yorucu olabilir ama kontrolü asla zihnine (yada bilinçaltına ) bırakma.

  • Yine Statü Endişesi'nden alıntı: Endişe ve gücenmeyi körükleyen his, şu anda olduğumuzdan başka bir yerde olabileceğimiz hissidir; bu hissede eşitimiz saydığımız insanların bize göre daha üstün başarılar elde etmesi neden olur.

  • Başarısız olmaktan korkuyorsun, çünkü insanların senin başarından dolayı yanında olduğuna inanıyorsun.

  • Başarılı olmak istiyorsun, çünkü insanların saygısını kazanmanın tek yolunun bu olduğuna inanıyorsun.Saygınlığını buna bağlıyorsun. Kendi değerini buna bağlıyorsun. Sevilme, sempati duyulma, takdir edilme nedenin olarak sadece bunu görüyorsun.

  • Hata yapmaktan korkuyorsun çünkü hata yapmanın saygınlığını zedeleyeceğini düşünüyorsun.

  • Kararsizlık anında iki isteğin arasında kalmışsan ne mutlu sana, iki korkun arasında kalmışsan daha çok yolun var demektir.

30 Ocak 2014 Perşembe

Leyleğin Ömrü-11


  • Etiket yaratmak diyor internette okuduğum bir yazı, ben ise nişan takmak diyeceğim. Çabamız kendimize bir ünvan, bir sıfat kazandırmak ve sahip olduklarımızı kaybetmemek. 

  • Yine aynı yerde yazıyordu "Ya inandığın gibi yaşarsın, ya da inandıkları gibi yaşatırlar".

  • İnsanlar ile çatışmak kesinlikle ağzının tadını kaçırır özellikle alışkın değilsen. Ama çatışmaktan kaçınmak seni bir hayatında çok dar bir alana hapseder. Kendinden nefret edersin. Bunalırsın.

  • Çoğu çelişkili ve net olmayan mesajları olur toplumun. Bazen sözel ifade bulur bazen bilinçaltına mesajlar yoluyla verilir. Çocuklukda bunlardan daha fazla etkileniriz. Bize toplumun bir bireyi olarak yapmamız ve yapmamamız gerekenler, takınmamız ve takınmamamız gereken tavırlar konularında eğitim verir. Bunlara yoğun bir şekilde maruz kalırsan kendini kapana kısılmış hissedersin.

  • Dövüş Kulübü'nden "Eğer birileri İncil'i yazmamış olsaydı, İsa nerede olurdu?". "Ömrün boyunca gurur duyduğun her şey çöpe gidecek" "Sevidğin herkesin seni terkedecğini yada öleceğini farkettiğinde ağlamak kolaydır" "BOB:Tim hayatım boyunca neyi neden yaptığımı hiç bilmedim" "Umudunu kaybetmek özgürlüktü" 

  • Olanlara veya olacaklara, verdiğin vereceğin kararlara çok fazla önem atfedersen hayatındaha bir zorlaşır. Büyütmemeye çalış. 

  • Aynı hayvanlar gibi medeniyet insanları da evcilleştiriyor. Evcilleştirilen hayvanların durumuna bakınca, evcilleşmeyi kabul etmek doğru görünmüyor. Aynı hayvanlarda olduğu gibi evcilleşmeni isteyenler bunu senin için değil de kendileri için istiyor olmasın.

  • Gençler şimdilerde çok daha uysal. Sınırları eskiye göre daha geniş ama bu bir karşı çıkışla gelmiş bir şey değil. Kendilerine izin verilen sınırlar içerisinde duruyorlar. Ne söylenirse ona yöneliyorlar. Karşı çıkış reddediş direnmek yok. Kendi iradelerini ortaya koymuyorlar. Çok fazla evcilleştirilmişler. 

  • Hani Feyyaz Uçar'ın, İlhan Mansız'ın gol sonrası sakin sakin koşup korner direğine doğru yavaşlayarak sallana sallana yaklaştığı ve başlarım sizin kurallarınıza dercesine kart göreceğini cezalandırılacağını bile bile bir tekme ile korner direğini devirişi vardır ya insanın özü odur. Çİftlik insanları o hissi anlamaz. 

  • Kendi iraden yerine toplumun iradesini koyuyorsan uygarlığın baskısında ezilmişsindir.

  • Takımın en iyi oyuncusu olman en iyi sözleşmeyi yapmanı sağlamıyor. Sözleşme yapmak ayrı bir yetenek. Başarı olarak sözleşme yapmayı görüyorsan. Takımın en iyisi olmaya çabalamana gerek yok. 

  • Yabani hayvanları düşün. Doğada çektiği sıkıntıyı yaşadığı tehlikeyi, kısa ömrünü; aynı zamanda tattığı hisleri, aldığı zevki, yaşadığı tecrübeleri, asaleti. Bir de kafese kapatılmış ve bir parça yemek için bin tane şaklabanlık yapan hayvanı düşün. İşte evcilleşmiş uysal hayvan budur. 

  • Özgür olmanın doğrulaması vazgeçebilmektir. Ne zaman bir konuda özgür olup olmadığını düşünsen vazgeçebilip vazgeçemeyeceğine bak. Eğer vazgeçemiyorsan özgür değilsin. Uysallaştırılmış veya uysallaştırılıyorsundur.

  • Farklı farklı hayvanlar gibi farklı farklı insanlar var. Medenileşme uysallaşma bizleri bir kalıpta eritiyor. İçinde bulunduğumuz toplum bir modele uymaya zorluyor yada yönlendiriyor. Pek çoğumuzda yoğun şekilde var olan saldırganlık toplumların bir çoğunda bastırılıyor.  

  • İlahi adalet vardır. Bunu görmek sabır ve erdem ister. Sen ne dersen de şu an yaşadıklarından bir eksik ne bir fazlasını yaşaman gerkiyordu.  

  • Bakışlarımız bile özgür değil ratgele bir yere baktığımızda bile ne anlama geleceğini düşünüyoruz. 

  • İnsan paranoyaklaştıkça sevinmekten, istemekten korkar oluyor. Ara ara acaba ben paranoyak mıyım diye düşünmek gerek.

  • Otoriteyi memnun etmeye çalışmak, otorite tarafından ödüllendirilmeye yetmez. Otorite sahibi kendi hesaplarına uydukça ödüllendirecektir. Ya kendisine karşı bir tehditi ortadan kaldıracak bir için yada kendi hesabına uyacak bir konuda muhtaç olduğu içindir.

  • Şimdi soru sen toplumun kısıtlarına uyacak, otoritenin emirlerini mi uygulayacaksın, yoksa kendi  hedeflerine yönelik mi hareket edeceksin. Şu kesin ki hiç kimse Zeus değil. Hiç bir otorite sahibi erdemle dolu değil. Ne senin hakkını hakkaniyetini düşünür ne de huzur mutluluğunu yada senin yaptıklarının onun emirlerini yerine getirmeni takdir eder. Bunlar otoriteye yaranmaya çalışmanın anlamsızlığını ortaya koyuyor sanırım.

  • Bu gün bir konuşma dinledim internetten, kadının biri "Başarısız olmayacağınızı bilseydiniz ne yapardınız " diyordu. Yani başarısız olmaktan korkmazsak büyük işler başarırız gibi bir şeylerdi.

  • Hayatında insiyatifi de sorumluluğu sen alacaksın. Kimsenin arkasına saklanmayacaksın. Kararlarını kendin alacak, hataları kendin yapacaksın. Hiç kimseyi suçlamayacaksın.

  • Bertrand Russel "Mutlu Olma Sanatı" kitabında mutsuzluk için üç kaynak veriyordu bir yerde, benim kelimelerimle suçluluk psikolojisi, hayranlık kazanma çabası (toplum onayı da buna dahil), hükmetme çabası. Yani bunlar hastalık olarak görülmeli. 

26 Ocak 2014 Pazar

Leyleğin Ömrü-10

  • Başarı formülleri olan bir şey değildir. Bu yüzden başarılı olmak için şunu yapmalı şunu yapmamalı demenin bir anlamı yoktur. Başarı veya başarısızlık Allah'tan gelir. Bu yüzden sen yaparsan yap başarı olacaksan olursun olmayacaksan olmazsın. Allah'a inanmyorsan şans de. 

  • Bir sürü konuda bir sürü insanla yarış içeisindeyiz. Endişelerimizin de hırsımızın en önemli kaynağı bu yarışlar. Gözümüz kararıyor yarıştan başka bir şey görmez oluyoruz. Neden yarıştığımız konusunda bile bir fikrimiz yok. Haa bir de geride kalanları aşağılıyoruz. 

  • Yarışlar sürekli de değiller. Birden bir bakmışsın seninle yarışan kimse kalmamış. Senin yarıştığın insanlar artık bu konuda yarışmıyorlar. Öylece kalakalırsın. Senin aşağılamaların artık onlara işlemez. Zorlaman gerekir bu yarışın yaygın olduğuna ikna etmek için. Aynısı senin için de geçerli eğer bir alanda yarışmıyorsan aşağılanamazsın. Korkacak bir şeyin kalmaz.

  • Ne kandi kaderinle, ne de başkasının kaderi ile oynama. Sen kendi neşene, mutluluğuna yönel. Bırak ilerde ne olacaksa olsun. Önemli olan şu an. 




  • Yaptığımız bir çok şeyi aslında yapmış olmak için yapıyoruz. Daha doğrusu boş durmamak için lüzumsuz yere kendimizi yoruyoruz. Oyalanmak için ne kadar çok çaba ve zaman harcıyoruz. Hiç bir şey yapmasak daha iyi. Belki insanlara daha iyi görünüyoruzdur bir şeyler yapıyor görünerek. Belki öyle görünmez isek tepki alıyoruzdur.

  • Ya yaptığın şeyden zevk almaya çalış, ya da zevk alacağın bir şeyler yap.

  • Beklemediğin bir haber geleceğini duyduğunda hemen kötüye yoruyorsan senin hayatın bitmiş.

  • Üzerine gelen ve sana çok kızgın biri karşısında soğukkanlılığını korumak gerçekten imrenilecek bir yetenek.

  • Beklemediğin bir anda kapı çaldığında aklına kötü olasılıklar geliyorsa ve endişeleniyorsan sende kaygı bozukluğu vardır. Delisin yani. 

  • Kuran'da çok güzel bir ayet var. "Şeytan sizi fakirlik ile korkutur, size görünür görünmez çirkinliklere sürükler, Allah size kendisinden bir bağışlama ve lütuf vaat eder."

  • Özgüven insanın kendi iradesine, kararlarına, seçimlerine inanması güvenmesidir.  

  • Hata yapmamak için kılı kırk yarmaya gerek yok. Yaptığın her yanlışın cezalandırılacağı veya cezalandırılması gerektiğini kabul etmemek gerek. 


  • Dün Doğan Cüceloğlu'dan okudum. Stress iç dünyan ile dışarıya yansıttığın arasındaki farktır. Tabi bunlar benim kelimelerim o da böyle bir şeyler söylüyordu.

  • Özgüven kendinden emin olmaktır. Hata yaptığını görsen bile önem vermeden, kendi kararlarını vermekte ısrar etmektir.

  • İnsanın özgüven duyabilmesi için ise öncelikle kafasındaki felaket senaryolarından kurtulması hayata pozitif bakması gerekir.

  • Bulunduğun toplumun değerler sisteminden, statü hiyerarşisinden çıkmanın bir yolu da topluma düşman olmak toplumu aşağılamak, onlar şöyle böyle gibi bir şeyler bulmaktır. Genelde hiyerarşinin altında kalıpta bunu sindiremeyenler bu yolu tutar. 

  • Başlamak bitirmenin yarısıdır. Tek şartla başlamadan önce ne yapacağını nasıl yapacağını iyice düşünmüşsen.

Leyleğin Ömrü -9

  • Özgüven eksikliği bir tür yetersizlik hissidir. Senin bir konuma gelmek için şu şu özelliklere sahip olmak şu seviyede şunlara hakim olmak gerek deyişin aslında yetersizlik hissinin sana yüklenmiş olmasıdır. Sonra senden çok daha yetersiz gördüğün biri sırf bu hisse kapılmadığı için o konuma gelir ve senin zoruna gider. Bu adam bir gün buradan düşecek diye. Ama çok zaman o adam orada kalır. Hiç kimse yeterli olduğu için bir yere gelmiyor. Belli özelliklere sahip olduğu için yığınla param kazanmıyor. Özgüven işte böyle bir şey, cahil cesareti denen ise özgüvenin zirvesi. Özellikle bu özgüven yüklü insanlar diğerlerine yetersizlik hissi pompalamakta çok rahat oluyorlar. Bilinçli yaptıklarını zannetmiyorum bir çoğunun. O yüzden kapasiteni değerlendirmeyi bırak. Daha çok talepkar ol. 

  • Ürkek ürkek hareket etmemeli, kılı kırk yarmadan rahat rahat hareket etmeli, hayat o kadar uzun değil ayrıca o kadar zalim değil. Belki de onu sen zalim olarak gördüğün için zalim davranıyordur. 

  • Kasılıp kalma, ne yapsam diye kara kara düşünme, ne karar versem diye kıvranma, ne yapsam da bunu engellesem deme, ne yapsam şu mutlaka olsa deme. Kararların seni germesin içinden geldiği gibi ver kararını ve hiç bir şeyi bu kararına bağlama, olacaklar senin vereceğin kararına bağlı değil diye düşün. Olacaklar da olsun zaten. Bırak ne olacaksa olsun sen yeter ki coşkunu keyfini kaçırma.  

  • Aşırılıkların, düzen bozuculukların, problem yaratman da dahil tamamen serbest olmalısın.

  • Erdemli olmak başına ne gelirse gelsin, sakin ve huzurlu kalabilmektir.

  • Özgür olmak için güvende olduğumuzu, yaşamamız gerekeni yaşadığımızı, aynı şekilde diğer insanlarında yaşaması gerekeni yaşadığını unutmamak gerek. Ayrıca ne olursa olsun  bırak olsun diyebilmeliyiz.

  • Dün bir filmde duydum. "Neye razı olursan onu yaşarsın".

  • Hata yaptığın, yetersiz olduğun, sorumluluğunu yerine getirmediğin, beklentiyi karşılamadığın için kimsenin tavrına razı olmak zorunda değilsin. Aynı zamanda bu koşullar oluşmadı diye kimseye tavır koyamayacak değilsin.

  • Toplum olarak hepimiz başarıyı ödüllendirir, başarısızlığı cezalandırırız. Stres kaynaklarımızın başında bu geliyor.

  • İnsanlarda bir beklenti oluşturup yerine getirmemek neden suç olur ki? Sanırım başarısızlığın tanımı bu. Zaten siz vaat etmeseniz bile insanların sizden olağan beklentileri vardır. Bunları bile yerine getirmemek başarısızlıktır.

  • Yaptığın işi en güzel şekilde yapmak ve yaptığından keyif almak yerine işin sonucuna odaklanırsan o işten verim alman da zor olur. Sonuçta başarısız bile olsan yaptığın işten tatmin olmuşsan veya daha iyi yapmak yolunda adımlar attıysan daha da düşünmenin anlamı yoktur. Sonuçlar çok argümanlı bir fonksiyonun çıktısıdır. İyi iş yapmak başarılı olmak demek değildir. İyi iş yapmak zaten sonucun kendisidir. Amaç hiç bir zaman sonuç almak olmamalı bir işe karar verildiğinde onun hakkını vermek bunu yaparken asla kendini sıkmamak işinden keyif almak gerekir. 

  • Dün Gündüz Vassaf'ın kitabını okurken hoşuma gitti. Adam "sihirli an"dan bahsediyordu. Çok zaman beklediğimiz bir an oluyor biz de hep o an için uğraşıyoruz. Okulu bitirdiğin an, evlendiğin an, projeyi tamamladığın an vs. Hep o ana erişmek için bu anımızı feda ediyoruz. Zaten o anı yaşamak için baskıyı kabul ediyoruz. Sihirli an aslında her an ama bakana işte. Elindeki projeyi tamamladığın ve zaferini ilan ettiğin an, insanlar hayranlıkla bakıyor, patronun göz bebeği oluyorsun falan filan işte. Sonra! Sonra yeni anın peşinde koşuyorsun. Iskaladığın o kadar çok şey var ki. Projeyi yaparken yaptığın işten tiksiniyorsun. İşini yaparken yaşamıyorsun. Oysa hedefin projeni yapıyor olmak onu daha iyi yapabilmek için uğraşmak olsa. Çıkan sorunu halletmek değil de çıkan sorun ile boğuşmak olsa uğraşın. Sonuçtan değil de süreçten tad alsan. Böylece seni hedefinden alıkoyacak engeller ile de karşılaşmazsın. Diyelim araba ile bir yemeğe gidiyorsun belli bir saatte orada olman gerekiyor arkadaşlar falan çok iyi olacak. Bu durumda trafik sıkışıklığı seni çileden çıkarır. Seni hedefine ulaşmaktan alıkoymuştur. Ama sen araba kullanmanın keyfine radyo dinlemenin keyfine bakıyorsan trafik senin umrunda olmaz. Tabi ki yemeğe diye yola çıkarsın, tabi ki proje tamamlansın diye sorunlar ile boğuşursun. Ama Yakalamaya çalıştığın an yemek veya projenin tamamlandığı an yerine sorun çözmeye çalıştığın an olsa veya yolda gitmek olsa sıkıntı yaşamazsın.  

  • Oyundan zevk almak gerek skordan değil. 

  • Duygularını düşüncelerini sansürlemek herkesin çok zaman yaptığı şey.

  • İnsanın kendisine saygısı olmalı, hiç bir nedenle kendisini bir başkasından aşağı görmemeli. Bu özgüvenden tamamen farklı bir durumdur.

  • İnsanların senin ruhunu yaralayabilmesinin tek nedeni senin onlara izin vermendir. Sen başkalarının görüşlerine ne kadar değer verirsen o kadar yaralanırsın. Kimse senin değerini belirleyememeli.

  • Başarılı olmak bırak senin değerini belirlemeyi, senin o konuda iyi olduğunu bile kanıtlamaz. Türkiye dünya üçüncüsü olduğunda, en iyi futbol oynayan üçüncü takım değildi. 

  • Başarısız olmak sadece başarısız olmaktır. Buna daha fazla anlam yüklemenin bir anlamı yoktur. Hele ki senin değerinle hiç alakası yoktur. Bu yüzden haketmediğin bir şey yok. Bir şeyi haketmek için başarılı olman gerekli değil. 

  • Biz çok zaman bir şey istemeyiz. İstediğimiz her şey toplum tarafından yüceltilmek içindir. Değer görmek içindir. Bunu da bir şeyler başararak sağlamaya çalışırız. İstediklerimiz de başarı için değer görmek için araçlardır.

  • İnsanları çok da muhattap almamak gerek. Çoğu sana değer biçer. Kendilerine biçtikleri gibi. Onlarla takıldıkça onları ciddiye aldıkça sende ruh hastası olursun.

  • Topluma uymak adına bir çok şeyi kendi özelliğimiz zannediyoruz. Aslında o da değilde öyle görünme hastalığımız var. Bir çoğumuzun alakası olmadığı halde demokrat görünmeye çabalarız.  Çünkü herkes öyle görünüyordur. Bizde herkesi öyle kabul edip demokrat görünmeye çalışırız. Bunun gibi çoğu insan sırf herkes inanıyor göründüğü için Allah'a inanıyor görünmeye çabalıyor. Topluma inandığına dair simgeler yayıyor. Konuşmalarında bunlara referans veriyor. Oysa çoğunun bu konu hiç bir fikri yoktur. Evreni düzenleyen bir Tanrı'nın olduğunu düşündüğüne dair en ufak delil yoktur hayatlarında. Benzer örnekler çok. Mesela şu ara tek eşlilik herkesin hemfikir olduğu bir konu, işin aslına baksan bir çok insan sırf öyle görünmek için savunur görünüyor. İnsanlar bunlar gibi topluma uyma adına ne kadar kendisini baskılıyorsa yani kendisine kısıtlama getiriyorsa o toplumda o kadar çok ruh hastası çoğalıyor. Çünkü bunlar fırsat bulduklarında şiddetle kendilerini olduğu gibi gösteriyorlar. Taşkınlık yapıyorlar.

  • İnsanları memnun etmek için ne istediklerini yerine getirmek ne de onların iyiliği için uğraşmak gereksizdir. İşe yaramaz. İnsanın memnun olması tamamen kendi iç dünyasında gelişen bir durumdur. Hayata bakışı ile ilgili bir durumdur. Bu yüzden kimse için hiç bir şey yapmaya gerek yoktur. Sen insanları mutlu edemezsin mutlu olmasına bahane olursun. Aynı şekilde insanları üzemezsin üzülmelerine bahane olursun. Sebep olursun demiyorum. Çünkü zaten bir şeyler bulup üzülecek veya sevinecek birine ne yapsan o sebep oldu diyecektir yani bahane eder.

  • Tom Hodgkinson, Tembel Ayaklanması: "Gazeteler sadece sorunları yazıyor: Savaş, açlık, yolsuzluk, ölüm, skandal, hırsızlık, ve felaket habberleriyle kaygılarımızı daha çok arttırıyorlar. Bunun çözümünü de alarm sistemlerinden, kredilere kadar reklamlarla bizi rahatlatarak getiriyorlar. Kokulu mumlardan araba reklamlarına, film ve müzikten yemek tariflerine ve sigorta reklamlarına kadar çeşitli şekillerde bizleri avutup para harcamaya itiyorlar. Sorun, kaygı; çözüm, para; çare iş!"